8. Bölüm

44.8K 2.5K 734
                                    




Eylem

Asansörden inip kattaki tek kapıya doğru ilerlerken Fırat'ın adım sesleri de bana eşlik ediyordu. Her kuşun etinin yenmeyeceğini anladığını umut ediyordum zira uygulamalı olarak göstermek taraftarı değildim. Aramız bozulurdu yok yere, ki henüz aramız diye bir şey de yok gibiydi ortada.

Buram buram zenginlik kokan kattaki oldukça lüks, kırmızı çelik kapının önünde durup kapıyı açması için kenara çekildim. Yüzüme bakmadan anahtarı kilide sokup kapıyı açtı ve bu defa o, geçmem için kenara çekildi. Rahat adımlarla içeri girdiğimde Fırat da hemen arkamdan içeri girip kapıyı kapatmıştı. Yanımdan geçip spotların aydınlattığı antrede ilerlerken eliyle sol tarafındaki kapıyı gösterdi.

"Salona geç geliyorum."

Kabalığını görmezden gelip gösterdiği kapıya yöneldim. Bir taraftan da etrafı inceliyordum. Antre bildiğimiz antreydi işte.

Fakat salon bildiğimiz salon değildi

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.



Fakat salon bildiğimiz salon değildi.

Çok güzeldi.

Ve çok büyüktü. Büyük olmasının avantajıyla salon ikiye ayrılmış, cam duvarların kesiştiği köşeye bir oturma grubu yerleştirilmişti. Diğer tarafta ise dikdörtgen bir yemek masası, oldukça rahat görünen bir köşe koltuk ve televizyon ünitesi bulunuyordu. Masanın hemen arkasındaki kapı terasa açılıyordu.

İki duvar boydan boya cam olduğu için muhteşem bir seyir keyfi sunuyordu. Çok şanslıydı Fırat. İstanbul zaten çok güzelken, her an bu güzelliği seyretme imkanı olmak daha da güzeldi.

Salonu daha ayrıntılı olarak incelemeyi sonraya bırakıp kapıya doğru adımladım ve sürgülü kapıyı açıp terasa çıktım. Bir Eylül gecesine yaraşır şekilde hafiften rüzgar esiyordu fakat üşütmekten çok huzur veriyordu insana.

Teras da salonu aratmayacak kadar büyüktü. Bir köşede hasır koltuk takımı dikdörtgen bir sehpanın etrafına yerleştirilmişti. Ama asıl güzel olan duvar kenarındaki uzun kanepeydi. Üzerindeki yumuşacık, rengarenk minderlerle sonsuz bir konfor vadediyordu. Kanepeye dik bir şekilde konumlanmış bir de salıncak vardı terasda. O salıncağa uzanıp elimde kahve, kulağımda hafiften çalan müzik, saatlerce İstanbul'u izleyebilirdim. Terası çevreleyen duvara yanaşıp ellerimi korkuluklara yerleştirdim. Boydan boya uzanan saksılardaki canlı çiçeklerle süslenmişti.

Ve bu evi büyüleyici kılan kesinlikle karşımdaki eşsiz manzaraydı. İstanbul'a tepeden bakmak ayrı bir güzeldi. Gecenin karanlığına inat ışıl ışıldı her yer. Tüm olumsuzluklara rağmen hayat doluydu İstanbul, dünyaya kafa tutuyor gibiydi.

İSYAN ÇİÇEĞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin