57. Bölüm

43.4K 2.2K 4.3K
                                    




...

Eylem

Fırat'ın derin bir uykuya daldığının kanıtı olan uzun solukları saçlarıma karışıyordu. Başım göğsünde, elim avucundaydı. Yaklaşık yarım saattir kalp atışlarını dinliyordum sessizce. Uyuyamıyordum. Bedenim ne kadar yorgunsa, zihnim o kadar aktifti.

Çıplak göğsünden uzaklaşıp yatağa oturdum. Çok sevdiğim yüzüne baktım uzun uzun. Alnına düşen saçlarına, gözlerine, en çok dudaklarına. Yakamoz vurmuştu esmer yüzüne. Uzun kirpiklerinin gölgesi yanaklarına düşmüş, karakteristik yüz hatları göz alıcı bir forma bürünmüştü.

Benim aşktan kör olan gözlerimden bağımsız olarak da, çok yakışıklı bir erkekti Fırat. Kusursuz dış görünüşünden bağımsız olarak da çok çekici bir erkekti ayrıca. Aç konuşuyordu mesela. Gerekmedikçe konuşmuyordu hatta. Ağırdı. Mesafeliydi. Kibardı. Güçlüydü. Her daim ne istediğini bilen, kararlı tavırları güvende hissettiriyordu nedensizce. Prensiplerinden asla ödün vermiyor, kimi zaman küstahlığa varan özgüveni sinir bozucu olsa da asla eğreti durmuyordu. Yakışıyordu güçlü duruşuna.

Bakışlarım yüzünden saçlarına doğru tırmandı. Biraz daha yukarı sonra. Kolunu yukarı doğru kaldırıp elini yastığa bırakmıştı. Derin bir uykuya yenik düştüğü nadir anlardan biriydi. Kalktığımı hissedip uyanmamıştı hayret. Nasıl yorduysam artık adamı?

Bir tebessüm yayıldı yüzüme. Çok güzel bir adamdı Fırat. Hemen arkasındaki İstanbul Boğazı'nın dillere destan güzelliğini gölgede bırakacak kadar güzeldi. Şimdi gözlerini açsa 'Sevgilim?' derdi endişeyle 'Bir şey mi oldu? Neden uyandın?' Eli elime uzanırdı aynı anda.

Ah elleri...

Ne çok seviyordum. Yemek yerken, sigara içerken, telefonu tutarken, araba kullanırken, içki kadehini parmaklarının arasında çevirirken, elimi tutarken hep çok seviyordum ama en çok yumruk atarken... en çok yumruk atarken seviyordum ellerini.

Bir de bana kızdığında elini yüzüme doğru uzatıp kükremesi var ki, offf... aklım çıkıyordu.

Karın kaslarının üzerinde duran eline baktım iç çekerek. İnce uzun parmakları Rönesans tablosu gibiydi. Cerrah olmalıydı bence Fırat. Çok yakışırdı.

Hangi bölümü bitirdiğini, hangi okullarda okuduğunu bile bilmiyordum daha. Sürekli sorun çıkardığım için doğru düzgün sohbet ettiğimiz anlar yok denecek kadar azdı. Ne çok yoruyordum. Sabrını sınamak ister gibi yapışıyordum yakasına, boğuyordum resmen. Bıktırıyordum.

Gitmiyordu yine de. Bırakmıyordu elimi.

Elim karnının üzerindeki eline uzandı refleksif bir şekilde. Parmaklarına dokunduğum anda avucunun içine hapsetti elimi. Uyuyordu hâlâ. Kaç kez elimi tutuyordu sabahlara kadar kim bilir? Yokluğunda fark etmiştim geceler boyu ellerine uzandığımı. Defalarca. Avuçlarının sıcaklığına ulaşamadığım her an sıçrayarak uyanıyor, yokluğunun acısıyla buz kesiyordum.

Su samurları gibi el ele uyuduğumuzu düşününce gülmemek için alt dudağımı ısırdım. Dayanabilir miydim yokluğuna?

Evlenmek istiyordu benimle. Kabul etmezsem er ya da geç ayrılacaktı yollarımız. O da her erkek gibi baba olmak isteyecekti günün birinde. Bir kız çocuğu hayal ettim kucağında. Minik elleriyle sakallarını çekiştirip 'Baba' dediğini. Birlikte kahkahalar attıklarını. Gözlerimden süzülen yaşlar dudaklarımdaki tebessüme karıştı.

Çok güzel bir adamdı Fırat. Öyle güzel seviyordu ki mükemmel bir baba olacağından hiç şüphem yoktu. Babası Fırat olan bir çocuk korkmazdı hiçbir şeyden, hiçkimseden. Güçlü görünmek zorunda da hissetmezdi, güçlü olurdu. Gücünü babasından alırdı çünkü.

İSYAN ÇİÇEĞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin