EylemFırat gözü dönmüş bir halde yengesini uyarırken Sıla annesinin bacağına sarılmış ağlıyordu. Ne kadar korktuğunu ele veren kocaman gözleri içimi eziyordu fakat onu teskin edecek hiçbir şey yapamıyordum. Ayaklarım yere çivilenmişti sanki, kımıldayamıyordum.
Yengesi gözlerini kısıp "Ne diyorsun sen Fırat?" diye sorduğunda şaşkınlığı sesine yansımıştı. O da en az Fırat kadar öfkeli görünüyordu.
Neyse ki akıl sağlığını yitirmeyenler de vardı aramızda. Sedef Hanım telaşlı adımlarla ilerleyerek Sıla'yı annesinden uzaklaştırdı ve "Şule, Sıla'yı odasına götür" dedi. Gitmemek için direniyordu Sıla, annesini istiyordu. Fakat ne annesi ne de Fırat bunun farkında değildi.
Şule Sıla'yı kucağına alıp saçlarını okşadı. Koşar adım merdivenlere yöneldi sonra. Fırat'ın vurduğu adamı götürmüşlerdi. Bahçedeki korumaların hepsi Oğuz'un etrafında toplanmış, kendilerine verilen talimatları dinliyordu.
Bakışlarım tekrar Fırat'ı bulduğunda boğazımda acı bir tat oluşmuştu. Öylesine öfkeliydi ki, dizlerinden vurduğu adamı öldürmediği için şükretmemiz gerektiğini düşünüyordum ister istemez.
Yengesine doğru bir adım daha yaklaşıp "O benim canımı yaktı, ben de onun canını yakacağım demek oluyor tam olarak!" dediğinde sesindeki ölümcül ton yapabileceklerinin ispatı gibiydi.
Yengesi acı bir tebessümle başını iki yana salladı. "Ne haliniz varsa görün diyeceğim ama... sen onun canını yaktığında, canı yanan yine ben olacağım... ve bende can kalmadı artık. Tükendim."
Fırat "Bana duygu sömürüsü yapma!!!" diye kükrediğinde "Fırat kendine gel!" diye bağırdı Saadet Hanım. Gözlerinde keskin bir uyarı vardı fakat Fırat'ı durdurmaya yetmedi.
"Kimse bana ne yapacağımı söylemesin!!!" diye kükredi bu defa. Bakışları yengesi ve babaannesi arasına gidip geliyordu "Şu saatten sonra her kim bana hesap sormaya kalkarsa canını fena yakarım bilesiniz! Benim sabrım tükendi artık, yeter!"
Öylesine büyük bir bıkkınlıkla söylemişti ki son kelimeleri, içim ezilmişti. Bu kadar dolacak ne yaşamış olabilirdi bir insan?
"Fırat!" diyen sesle beraber tüm bakışlar köşkün kapısına yönelmiş fakat Fırat ensesini tutup gözlerini sımsıkı kapatmıştı.
Ekrem Bey'di gelen. Merdivenlerin bittiği noktada, tekerlekli sandalyenin üzerinde oturuyordu. Bakışlarından ve ses tonundan anladığım kadarıyla kızmıştı Fırat'a.
Sedef Hanım koşarak Ekrem Bey'in yanına gittiğinde Fırat bakışlarını gökyüzüne çevirip derin bir nefes verdi. Çok yorgun görünüyordu.
Öfkesini az da olsa dizginlemeyi başarabildiğinde Arda "Abi" dedi çekinerek. Meriç'i kolunun altına almış sakinleştirmeye çalışıyordu.
Fırat gözlerine baktığında "Biz çıkabilir miyiz?" diye sordu. Meriç kıpkırmızı olmuş gözlerle yere bakıyordu. Fırat onaylarcasına başını salladı sadece.
Arda Meriç'le beraber arabasına doğru ilerlemeye başladığında Fırat Oğuz'a bir baş işareti yapmış ve Oğuz anladığını belirtircesine gözlerini kapatıp açmıştı. Peşlerine adam takacaklardı. Umarım Meriç bir aptallık yapmazdı.
Ekrem Bey ikinci defa "Fırat!" dediğinde Fırat keskin bakışlarını babasına çevirdi. Kar soğuğu vardı gözlerinde. Ne zaman böyle baksa üşüyordum.
"Odama gel!" dedi Ekrem Bey ve kendi kontrolünde olan tekerlekli sandalyeyi yüz seksen derece döndürüp köşkün kapısından içeri girdi.
Fırat isteksiz adımlarla köşke yöneldiğinde Mehmet Abi önüne geçip elini omzuna koydu. Bakışlarında safi uyarı vardı "Sakin olmak zorundasın" dedi uzlaşmacı bir tonda "Aksi takdirde kaybeden sen olursun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İSYAN ÇİÇEĞİ
RomanceFırat bencildi, İsyan Çiçeği asiydi, lakin kaderleri bir yazılmıştı. İkisi birbirine aitti, ayrılık ölüm getiriyordu...