Eylemİstanbul'un göz bebeği olduğunu düşündüğüm Emirgan'ın en güzel noktası hiç şüphesiz ki Fırat'ın balkonuydu ve bugün burada olmak hiç olmadığı kadar huzurlu hissettiriyordu. Her gün batımında bambaşka bir kişiliğe bürünen İstanbul, her defasında beni kendine hayran bıraksa da, bu akşam bambaşka bir güzellik sarmıştı çehresini. Pembenin her bir tonuna ev sahipliği yapan gökyüzü, griye çalan bulutların ahengi, batan güneş, sessizce yükselen gece öylesine muazzam bir görüntü oluşturuyordu ki, kapıya duvar örüp bu odada yaşama fikri her geçen saniye daha da mantıklı geliyordu.
Boğazdan geçen bir geminin ardında bıraktığı dalgalara hiç olmadığı kadar büyük bir hayranlıkla baktım. Her şey, baktığım her yer öylesine güzeldi ki böyle anlarda ince, çok ince bir pişmanlık hissi sarıyordu benliğimi. Denizinden gökyüzüne, kuşlardan bulutlara doğanın her bir detayı öylesine muazzam bir uyumla yaratılmıştı ki, daha çok bakmalı, daha çok görmeliydi insan. Güzele bakmak, güzel bakmak dururken kaygıyla, kaosla, incir çekirdeğini doldurmayacak kederlerle heba ediyorduk ömrümüzü. Değer miydi?
Belime dolanan kollar içinde bulunduğum an'ı tarifi imkansız bir noktaya taşırken dudaklarını boynumda hissettim. Fırat gelmişti. Ellerini karnımın üzerinde birleştirip, usulca öptü boynumu, kokusu iyot kokusuna karıştı, ciğerlerime doldu.
Başımı geriye doğru yatırarak omzuna yasladım "Geldin mi?"
"Hımm" dedi "geldim."
Bir saat kadar önce gelmiştik köşke. Kapıyı Meriç açmıştı ve Fırat dinlenmem gerektiğini söyleyerek doğrudan yukarı çıkartmıştı beni. Yemek hazır olunca aşağı inecektik sözde fakat Fırat yemek saatini beklememiş, beni odada bırakarak aşağı inmişti.
"Toplandı mı aşiret?" dedim muzip bir tavırla "Acıktım da ben biraz."
Acıktığım yalan olsa da aşağı inmekten çekinmediğini bilsin istiyordum. İnsanların bakışları eskisi kadar rahatsız etmiyordu artık.
"Toplandı" dedi, belimden tutarak kendine doğru çevirdi bedenimi "istediğin bir şey var mı diye sormamı istedi annem. Var mı?"
Manzaram şimdi çok daha güzeldi. Alternatifi dünyanın en güzel gün batımı da olsa, bakmanın en güzel hali Fırat'a bakmaktı çünkü benim için. Çökmüş avurtlarına, kısacık saçlarına, iyice keskinleşen yüz hatlarına ve bir hüzün bulutunun çepeçevre kuşattığı gözlerine rağmen dünyanın en yakışıklı erkeğiydi hâlâ, bakmayıp da ne yapacaktım?
"İstediğim bir şey yok da" dedim çekinceli bir tavırla "Saadet Hanım da olacak mı yemekte?"
Kaşları hafiften çatıldı "Olsa ne olur?"
"Ne bileyim, böyle odalara çekildik ya hani. Gelir gelmez. Yanlış anlamasın."
Köşke gelince travmalarım hortlamıştı sanırım. Odaya yatak göndermişliği vardı sonuçta. Kapalı kapılar ardında neler dönebileceğinden haberdardı belli ki.
Cevabım Fırat'ın oldukça hoşuna gitmiş olmalıydı zira otuz iki diş sırıtıyordu "Ne anlamış olabilir ki? Odalara çekilip ne yapmış olabiliriz mesela?"
"Ne bileyim... insanın aklına her şey gelebilir..."
Gülüşü daha da güzelleşirken burnunu yavaşça yüzüme sürttü "Mesela?"
"Yani odaya çekilecekseniz niye geldiniz diye düşünebilir. Salonda da oturabilirdik sonuçta. Koşa koşa çıkarttın odaya... ya dur... yangın var gibi... dur diyorum!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İSYAN ÇİÇEĞİ
RomanceFırat bencildi, İsyan Çiçeği asiydi, lakin kaderleri bir yazılmıştı. İkisi birbirine aitti, ayrılık ölüm getiriyordu...