EylemZifiri karanlık.
Etrafımı saran uçsuz bucaksız karanlıkta nereye gittiğimi bilmeden koşarken çığlık çığlığa bağırıyordum. Nerede olduğumu, neden koştuğumu bilmiyordum fakat kaçmam gerektiğini hissediyordum. Ensemde hissettiğim ağrının gerçekliği beni bilinmezliklere sürüklerken boğazımı yırtan çığlıklarım içimde patlıyor, sesim bir türlü kulaklarıma ulaşmıyordu. Kaybolmuştum.
Sonsuz bir boşlukta amaçsızca koşmak, ensemdeki sızı ve en kötüsü de sesimi duyamamak...
Sessizliğin bu kadar rahatsız edici olması normal miydi?
Aklımı yitirmek üzereydim. Nefesim ciğerlerimi yakıyor, sessiz çığlıklarım kafamın içinde uğuldarken, kalbim deli gibi çarpıyordu. Sessizlik beni çıldırtma noktasına getirdiği anda olduğum yerde durup ellerimi kulaklarıma kapattım ve başımı yukarı doğru kaldırdım. Kendi etrafımda dönüyor sesimi duyurabilmek için amansızca bağırıyordum.
Ve bir silah sesi gecenin karanlığını yırtıp kulaklarıma doldu...
Sımsıkı yumduğum gözlerim hissettiğim korkuyla sonuna kadar açıldığında derin bir nefes verdim. Boğazım yanıyordu. Elim kendiliğinden boynuma giderken nefesimi kontrol altına almaya çalıştım. Saçlarım terden yüzüme yapışmıştı. Bir kaç derin nefes alıp sakinleşmeye çalıştım fakat gördüğüm kabusun bu gece yaşadığım kabusun bir uzantısı olduğunu anlamam fazla uzun sürmemişti. Gözlerimi tavandan çekip hızlıca etrafta gezdirdim. Pencereden sızan hafif ışığın kısmen aydınlattığı bir odada tek başımaydım. Üzerinde yattığım yatağın iki yanında birer komodin, karşı duvarda da bir şifonyer vardı. Kapının hemen yanındaki duvarda ise iki kapılı eski bir dolap vardı. Sağ tarafımdaki pencereden dışarı baktığımda sabahın ilk ışıkları gözümü almıştı.
Selim...
Dün geceki görüntüler yavaş yavaş zihnimde belirmeye başlarken üzerinde yattığım çift kişilik yatakta doğrulup hızla ayağa kalktım. Selim'i bulmak zorundaydım. En son kafama bir silah dayamıştım ve silah patlamıştı. Sonrasında ne olduğunu hatırlamıyordum. Gördüğüm kabusun da etkisiyle kafam allak bullak olmuştu.
Sersemlemiş bir halde odanın içinde ilerleyip kapıyı açtığımda iri yarı bir adam karşıma dikildi. İki elimle saçlarımı geriye doğru yatırıp adamın gözlerine baktım.
"Selim nerede?"
Konuşmamın etkisiyle dudağımın kenarı sızlamıştı. Elimin tersiyle sızlayan yere bastırınca kanadığını anladım fakat umursamadım. Karşımdaki adam pür dikkat beni izliyordu.
"Ne bakıyorsun aptal gibi, sana bir soru sordum?" dedim sesimi bir ton daha yükselterek.
"Siz odaya geçin, Fırat Bey birazdan gelecek" dedi sorumu es geçip.
Adı Fırat'tı demek.
"Fırat Bey'ini sormuyorum, Selim nerede diyorum sana. Anlama özürlü falan mısın?"
Adam "Ya sabır" diye homurdanıp kolumu tuttu "geç odaya sabah sabah benim asabımı bozma!"
Kolumu tüm gücümle savurup dirseğimi karnına geçirdim ve "O pis ellerini çek üzerimden" diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Vurmamdan pek etkilenmese de sesim bayağı bir rahatsız etmiş olmalı ki kolumu bırakıp geri çekildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İSYAN ÇİÇEĞİ
RomanceFırat bencildi, İsyan Çiçeği asiydi, lakin kaderleri bir yazılmıştı. İkisi birbirine aitti, ayrılık ölüm getiriyordu...