26. Bölüm

48.7K 2.3K 1.5K
                                    




Eylem

Fırat yatak odasına girip kapıyı kapattığında bana düşen de çantamı alıp evden çıkmak olmuştu. Ne olmuştu da o sözler ağzımdan çıkmıştı bilmiyorum. Uzak kalma fikri çok saçmaydı.

Sürekli kavga ediyorduk fakat bunun çözümü birbirimizden uzaklaşmak değildi. Hangi geri zekalı böyle bir çözüm üretebilirdi ki?

Hangi diğer geri zekalı da buna onay verirdi?

Kapıyı kapattığımda Mustafa asansörün yanında bekliyordu. Beni görünce yaslandığı duvardan uzaklaşıp hazır ola geçti. Öfkeli adımlarla yanında gidip "Ne bekliyorsun?" dedim. İşi gücü bizi dikizlemekti.

"İşim bu" dedi ifadesiz bir tonda.

"Valla güzel iş" dedim dik dik gözlerine bakıp "Tut Eylem'i kolundan, at Fırat'ın önüne! Başka yaptığın bir şey yok!"

En ufak bir tepki vermeden gözlerime bakmaya devam ediyordu. O öyle baktıkça ben daha çok sinirleniyordum.

"Senin benimle ne alıp veremediğin var?" dedim bu defa "Ne zaman sen beni Fırat'ın yanına getirsen işin ucu boka çıkıyor. Bela mısın başıma anlamadım ki?"

Çok şükür tepki vermişti. Eliyle çenesini sıvazlayıp derin bir nefes verdi.

"Bak zaten sana gıcığım ilk günden" dedim asansöre doğru yürüyüp "Bir daha bana dokunursan o elini kırarım senin!"

Asansör geldiğinde son kez ters bir bakış atıp kabine girdim. Mustafa da yanımda yerini almıştı.

"Sen nereye?" dedim şaşkınlıkla.

"Siz nereye gidiyorsanız oraya" dedi yüzüme bakmadan. Kapanan kapıya bakıyordu.

Sırtımı aynaya yaslayıp ofladım. "Bence hiç yorulma sen. Çok kötü kavga ettik Fırat'la, bi' sor istersen."

Cevap vermedi. Benimle birlikte asansörden inip dışarı çıktı. Nereye gidecektim ki?

"Arabam nerede?" dedim içimi kavuran mutsuzlukla.

"Otoparkta" dedi.

Tekrar asansöre binip otoparka indik.

Mustafa'yla beraber İstanbul trafiğinde ilerlemeye çalışıyorduk. Arabamı kullanmasına izin vermemiştim o da mecburen yolcu koltuğuna oturmuştu. Sığmıyordu deve.

Fırat'tan biraz uzaklaşınca Ceren'e bu akşam için söz verdiğim gelmişti aklıma. O da aramamıştı nedense. Ya da arayıp ulaşamamıştı. Çantamdan telefonumu çıkarıp aradım fakat cevap vermiyordu.

Trafik felçti. Levent'ten çıkamamıştık henüz.

"Sen mutsuzken ne yaparsın Mustafa?" dedim radyoyu açıp. Çok mutsuzdum.

"Yapmam gereken neyse onu yaparım" dedi robotik bir sesle.

"Mesela ne yaparsın?" dedim ısrarla.

Gözünü yoldan ayırmıyordu. "Yaptığım her şeyi mutsuzken yapıyorum zaten" dedi aynı ses tonuyla.

Ne yaptılar sana Mustafa?

İçim acımıştı. Söyledikleri değil bakışlarına yerleşen duygusuzluktu içimi acıtan. Arabayı durdurup boynuna sarılmak istemiştim.

"Of Mustafa ya.." dedim sıkkın bir nefes verip "Teselli ver dedim ciğerimi söktün."

Sustu. Hep susuyordu zaten. İnsan ne kadar mutsuzsa o kadar susuyordu demek ki.

Ne yapacaktım ben şimdi, hiçbir fikrim yoktu.

İSYAN ÇİÇEĞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin