25. Bölüm

50.6K 2.4K 1.5K
                                    



Bu bölüm yazdığım her bölümü yorumlarıyla süsleyen @digokdemsu ya geliyor😍 seviyorum seni♥️

Hayırlı kandiller okurcanlar🤗




Eylem


Sabahın ilk ışıkları gecenin karanlığına usul usul süzülürken, terastaki salıncakta oturmuş İstanbul'u izliyordum. Dakikalar önce düşünmekten yorgun düşmüş, her şeyi, herkesi bir kenara bırakıp boğazın güzelliğine teslim olmuştum. Uyumak istiyordum fakat zihnimdeki kargaşa uyumama müsaade etmiyordu. Gün boyunca yaşadıklarımın üstüne Fırat'ın itirafları eklenince beynimde sağlam hücre kalmamış, bildiğin aptal olmuştum.

Aptal olmasam bu kadar olayın üstüne aptal gibi sırıtmazdım muhtemelen.

İçimde fokur fokur fokurdayan bir mutluluk kaynağı vardı ve nedensizce kahkaha atma isteği uyandırıyordu. Kahkahamı bastırdıkça da tebessüm olarak dudaklarımdan taşıyordu.

Çok mutluydum.

Hayattaki her şey önemini yitirmişti. Sevmekten daha güzel bir şey varsa o da sadece sevilmek olabilirdi benim için ve Fırat beni sevmeye hazır olduğunu açıkça ifade etmişti.

Şu an boynuna sarılmış beni sevmesinin tadını çıkarıyor olmam gerekirdi fakat cezası henüz bitmemişti. Beni terastan sallandırdığı için kızgın olmam gerekiyordu çünkü. Sorun şu ki ben kızgın olamayacak mutluydum ve boynuna atlamamak için kendimi zor tutuyordum.

Tutmak zorundaydım çünkü.

Tutmasam da olurdu belki.

Ne güzel olurdu kim bilir?

Neyse yani şimdi Fırat devesi beni embesil kıvamına getirdikten sonra kendine kahve yapıp salona geçmiş, uzun bir süre de gözünü iPad'inden ayırmamıştı. Çaktırmadan meditasyon yapıyordu sanırım.

Bir süre sonra sonra sıkılıp terasa çıkmıştım ben. En azından özgürce gülebiliyordum o yokken. Bu kadar gamsızlık fazlaydı fakat içimdeki coşkuya engel olamıyordum. Bülent'in yaşaması için dua etmem gerekirken ben Fırat'ın beni nasıl seveceğiyle ilgili tahminlerde bulunuyordum. Sonra vicdan azabı çekip Selim'i düşünüyor, bir süre sonra kendimi yine Fırat'ı düşünürken buluyordum.

Özellikle salonun camına sırtımı dönüp, ayaklarımı salıncağa uzatarak oturmuştum. Fırat'ı görmezsem daha sağlıklı düşünebilirim diye ummuştum fakat pek işe yaradığı söylenemezdi.

Fırat'ın "Piişşşştttt" diyen sesi kulağıma dolduğunda şaşkınlıkla omzumun üstünden arkama baktım. Renkli minderlerle süslü koltukta oturuyordu. Geriye doğru yaslanıp sol ayak bileğini sağ dizinin üzerine koymuştu.

'Ne var?' dercesine yüzüne baktığımda "Yanıma gel" dedi otoriter bir sesle.

Elini koltuğa iki kez yavaşça vurup oturmam gereken yeri de emir buyurmuştu.

"Gelmiyorum" dedim omuz silkip. Hemen sonra bakışlarımı tekrar boğazın ışıklarına çevirdim. Dediğini yapacak değildim.

"Gel dedim!" dedi sabırsız bir tonda.

Sırtımdaki battaniyeye iyice sarılıp başımı salıncağa yasladım.

"Gelmiyorum!"

Çakmak sesi geldi kulağıma. Sigara yakmıştı muhtemelen. Ya da beni yakacaktı.

İSYAN ÇİÇEĞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin