27-Kıyametin Habercisi

309 44 125
                                    

Zeynep'i kampa ilk geldiğimiz gün gruplara ayrılacağımız zaman herkes toplandığında ben yalnız başıma dururken yanıma bütün enerjisi ve sıcaklığıyla geldiğinde görmüştüm. Güler yüzü ve enerjisi benim aksime göre çok fazlaydı ve onu böyle görüyor olmak tuhafıma gitmişti. Sadece iki muhabbet eder ve ikimiz de farklı gruplara dağılırız diye düşünmüştüm. Ancak hiçte tahmin ettiğim gibi olmamıştı ve Zeynep'le aynı gruba düşmüştüm. O bu duruma çok sevinmişti. Ben ise hiçbir şey hissetmemiştim. Çünkü tanımıyordum.

Ancak aradan sadece üç hafta geçmişti ve biz üç hafta da adeta kardeş olmuştuk. Birbirimize olan sevgimiz ve bağımız tahmin ettiğimizden de büyüktü ve bunu bu gece Zeynep kollarımın arasında kanlar içerisinde yatarken öğrenmiştim. Zeynep'le beraber ben de kalbimden vurulmuş gibi hissediyordum çünkü kalbim öyle bir sızlıyordu ki bu tarif edilemez bir acıydı.

Hiçbirimiz Görkem'e vermiş olduğumuz sözü tutamamıştık. Zeynep'i her ne pahasına olursa olsun koruyacaktık. Ama bunu yapamamıştık. Görkem'in birtanesini koruyamamıştık. Gözlerimizin önünde ölümünü izlemiştik. Biz bununla beraber hem Görkem'e hem de Zeynep'e yapabileceğimiz en büyük kötülüğü yapmıştık. Ve bu yüzden hiçbir zaman kendimizi affetmeyecektik. Peki ya Görkem bizi affedecek miydi? Toprağın altında bize nefretle bakıyordu? Hayal kırıklığıyla mı? Yoksa bize kızgın falan değil miydi? Umarım hepimizin Zeynep'in yaşaması için elimizden geleni yaptığımızı ve bunun için çok üzgün olduğumuzu hissediyordur.

Fakat düşündüğüm bir diğer şey ise Zeynep Görkem'in yanına gitmiş miydi? Artık ikiside huzur içindeler miydi? Huzur içinde olmalarını umut ediyordum ve Allah'a dua ediyordum. Bu dünya onlara verebileceği en büyük kötülüğü yaşatmıştı. Zamanları çok kısaydı. Dünya onlara zaman vermemişti. Onları üzmekten ve birbirinden ayırmaktan başka hiçbir şey yapmamıştı. Dünya onlara karşı çok acımasız davranmıştı. Peki şimdi oldukları yerde huzur içindeler miydi? Umarım öyledirler. Bunu umut etmekten başka bir çarem yoktu ve bu bilinmezlik çok ağır bir yüktü...

Bu dünya onların yüzüne gülmemişti ama umarım Görkem'in dediği gibi bambaşka bir evrende mutlu olurlardı. Mutlu olmayı hepimizden daha çok hak ediyorlardı.
-

Kulağıma çığlıklar ve bağırışmalar gelmeye devam ediyordu. Herkes hep bir ağızdan ağlıyordu ve isyan ediyorlardı. Herkes yerle bir olmuştu. Bitmiştik. Ben de onlardan farksızdım. Dakikalar boyunca kollarımın arasında ki Zeynep'e sarıldım. Ona sığındım ve ağlayabildiğim kadar ağladım. O kadar çok ağlamıştım ki artık hareket edecek dermanım bile kalmamıştı. Fakat bu dakikalar sonra başımı Zeynep'ten çekip Emir'in elinde ki silaha bakınca kesildi.

Gözyaşlarım durdu. Hıçkırıklarım kesildi. Şiddetle atan kalbim yavaşladı. Gözlerim silahtan başka bir şey görmüyordu. Bu silah her şeyden kurtuluş yolum olabilirdi. Gün geçtikçe sadece daha kötü şeyler üstümüze ekleniyordu. Aramızdan birileri vahşice öldürülüyordu ve biz buna seyirci olarak kalmaktan başka bir şey yapamıyorduk. Yaşayarak kendimize eziyet ediyorduk. Bu eziyet artık işkenceden farksızdı. Yaşam bize fazlaydı. Belki de ölüm artık yaşamdan daha iyidi, değil mi? Bence öyleydi.

Kollarımı ve ellerimi Zeynep'in üzerinden yavaşça çektim. Göz ucuyla Barış'a baktığımda gökyüzüne bakarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ettiğini gördüm. Bu bile kalbimin acı çekmesine neden oluyordu. Yaşadıkça kendime zarar veriyordum. Çünkü gördüğüm ve yaşadığım her şey kıyametten farksızdı. Bu kıyameti sonlandırmak ise benim elimdeydi. Artık daha fazlasını kaldıramazdım. Bu kadarı çok ağır bir yüktü. Ölümle yaşam arasında ki ince kırmızı çizgideydim ve gün geçtikçe ölüme doğru yavaşça kayıyordum. Fakat bu işi hızlıca bitirip kıyameti sonlandırmalıydım. Çünkü artık umut yoktu. Artık ailem ve kardeşlerim yoktu. Artık sadece kıyamet ve bizi ellerinin arasına bekleyen ölüm vardı. Ve ben kendimi o ölümün elleri arasına saniyeler içerisinde atıp kurtulacaktım.

İstilaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin