49-İş Birliği

124 11 65
                                    

*Bölüme başlamadan önce bölümü oylamayı unutmayın ve paragraf aralarında beni yalnız bırakmayıp bol bol yorum yaparsanız sevinirim. İyi okumalar*
______________________________________

🌙

Her uyandığımda duyduğum seslere artık alışmıştım. Rüzgar, kuşların eşsiz melodisi, böceklerin tırstıran sesi, ağaçlarda ki yaprakların birbirlerine vurması ve son olarak da benden önce uyanan kamp arkadaşlarımın konuşmaları. Hepsini o kadar benimsemiştim ki bunlar benim için bir huzurdu. Hiçbir günümüz sakin veya olaysız geçmezdi ancak sabahları hep bir sakinliğimiz vardı. Bu yüzden uyanmayı severdim. Ancak bugün, günler sonra ilk kez uyandığım konumu sevemedim. Çünkü alıştığım seslerin hiçbirini duyamadım. Aksine bugün uykudan yavaşça gerçekliğe doğru giderken duyduğum sesler ve hissettiklerim haftalar öncesine aitti. Makine cızırtıları, gözümün kapalı olmasına rağmen gözlerimi alacak kadar beyaz ışıklar, soğuk hava, sırtımı rahatsız eden demir sedye ve ellerimde ile ayaklarımda bağlı olan kelepçeler...

Tüm bunların hepsini idrak ettiğimde uyumak için direnen gözlerimi hızla açtım. Ancak açtığım gibi tam tepemde dikilen beyaz floresan ışıklar ve makineler ile birlikte gözlerim kısıldı. Ellerimi gözlerime götürmek istedim ancak o anda beni yatmış olduğum yere bağlayan soğuk kelepçelerin sesini duyduğum anda bu sefer kaşlarım havaya kalktı. Hızlıca nefesler alıp verirken göğsüm korkudan ve şaşkınlıktan dolayı hızla inip kalkıyordu. Neler oluyordu? Bu bir kabus olmalıydı. Hem de beni kandıracak kadar gerçekçi bir kabus olmalıydı. Gerçek olamazdı. Değil mi?

"Bu sadece bir rüya Azra. Kendine gel. Derin nefes alıp ver." Kendi kendime fısıldadığımda dudaklarımın arasından çıkan duman bile ne kadar soğuk bir yerde olduğumu gösteriyordu. Üşüyordum, rüyada ki insanlar üşümezdi ki. Bir şeyler hissetmezdi. Ama ben her şeyi hissediyordum. Titriyordum, gözlerim dolmuştu, kalbim yerinden çıkacak kadar şiddetle atıyordu ve hiç olmadığı kadar üşüyordum. Bu bir rüya değildi...

"Siktir!" Öfkeyle ve korkuyla bağırıp kelepçelerime rağmen çırpınmaya başladım. Bu anın gerçek olmasındansa aklımı kaçırmayı yeğlerdim. En azından geçip giderdi. Ama bu gitmezdi. Bu çok fazlaydı. Dün akşam her şey gayet iyiydi. Tüm herkes kilimin üzerinde uyumuştu. Burada olmamalıydım. Onların yanında olmalıydım. İstilacılar beni alırken onlar beni görmemiş miydi? Bu imkansızdı. Bu da tek bir sonuca çıkıyordu. Burada olan tek kişi ben değildim. Tüm kamp arkadaşlarım buradaydı. İstila merkezindeydik!

Neden buradaydık? Onlar da benim gibi böyle bir odada mıydı? Uyanmışlar mıydı? Çok mu korkuyorlardı? Bağırıp çağırıyorlar mıydı yoksa ağlıyorlar mıydı? İki gün önce yaşadıklarımızı bile atlatamamışken şimdi bu da nereden çıkmıştı böyle? Tüm bunlar da ne demek oluyordu? Yoksa bunlar da mı bir deneydi? Hayır, bu kadarı olamazdı. Kimse bu kadar acımasız olamazdı. Bir deneyi daha kaldıramazdım. Hayatım altüst olmuştu. Bu zamana kadar yaşadığım tüm her şey bir deneyden mi ibaretti? Gerçek hayatım yok muydu?

"Lanet olsun! Nefret ediyorum sizden!" Artık her şeyin son noktasına geldiğimde hıçkıra hıçkıra ve bağıra bağıra ağlamaya başladım. "Ne istiyorsunuz bizden? Bu kadar kötü olamazsınız!" Kendi gözyaşlarımda boğuluyordum. Adeta deliye dönmüştüm ve çırpınırken kelepçelerim, bileklerimi acıtıyordu ancak umurumda değildi. Daha ne kadar acı çekebilirdim ki? Artık yaşamak falan umurumda değildi. Ölmek istiyordum. Deneyde Zeynep öldükten sonra intihara kalkışmıştım ancak beni engellemişlerdi. Keşke engellemeselerdi. O zaman bu kadar acı çekmemiş olurdum. Ama artık kafaya takmıştım. Kimse beni durduramazdı. Kendi canım ve hayatım umurumda değildi. Tek umursadığım sevdiklerimdi ve onların da başından beri bir deneyden ibaret olma ihtimali varken ben bu ihtimaller içerisinde yaşayamazdım. Daha fazla yaşayarak kendime acı çektirmeyecektim.

İstilaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin