5

2K 155 6
                                    

İndiğimiz arabaya geri bindik. Ah Seda, başıma ne işler açıyorsun. Emre torpidoyu açıp kâğıt ve kalem alıp bana uzattı yazmam için. 'Geldik, evde yoktunuz, telefonu da açmadınız. Anahtarım yok yanımda, Emre'deyim.' yazdım. Kâğıdı geri ona verdiğimde, arabadan inip kâğıdı kapının arasına sıkıştırdı. Arabaya bindiğinde çalıştırıp klimayı açtı. Ellerimin üstü kızarmıştı, soğuktan titriyordum ve fena hâlde tuvalete gitmem gerekiyordu!

"Evin yakın, değil mi?"

"Lojmanın içinde ne kadar uzak olabilir ki?" dedi gülümseyerek. Öyle de, gel de bunu bana baskı yapan tuvalet ihtiyacıma anlat.

Emre geldiği yoldan dönüp ana giriş kapısından sola girdi. Abimlerin evi sağ tarafta kalıyordu. Birkaç dakika sonra ekmek büfesinin karşısındaki iki katlı dubleks evin önünde durduk. Arabadan inip bagajdaki poşetlerini aldık. Bana hafif poşetleri verip kendisinin ağırları alması gözümden kaçmamıştı. Kapıya geldiğimizde deri ceketinin cebindeki anahtarlığı çıkartıp kapıyı açtı.

Direkt salona açılan kapı ile botlarımızı çıkartıp içeri geçtik. Emre hemen olduğu yere poşetleri bıraktı. Salona baktığımda Emre'nin sağa sola dağılmış kıyafetlerini topladığını gördüm. Alelacele topladığı kıyafetlere bakarak gülümsedim. O an beni fark etmiş gibi bana döndü. Hemen yanaklarımın içini ısırıp gülümsememi bastırdım.

"Kusura bakma, etraf biraz dağınık. Görevden yeni döndüm." Emre mahcup bir ifadeyle bana bakarken tebessüm ettim.

"Sorun yok. Lavaboyu kullanacağım, ben bir ellerimi yıkayayım." Evin içinde gözlerimi gezdirdim, tahmin ettiğim gibi abimin eviyle benzerdi.

"Tabii, ikinci kapı," diyerek giriş kapısının karşısındaki kapıyı işaret etti.

Zaten orası olduğunu biliyordum çünkü abimin evi de aynı konumdaydı bakış açısı olarak. Ben lavaboya ilerlerken, Emre kapının önünde duran poşetleri mutfağa taşıyordu. Lavabodan çıktığımda derin bir nefes verdim, rahatlamıştım.

Emre'yi göremeyince mutfağa girdim, belki aldıklarını yerleştiriyordur diye. Mutfaktaki tezgâhın üstünde bir sürü bulaşık vardı. Ocaktaki tencerede ise yarısı yenmiş yarısı da farelere bırakılmış makarna bulunuyordu. Farelere bile acıdım, yerlerse kesin zehirlenirlerdi çünkü üstü beyaz beyaz mantar olmuştu ve ordu olma yolunda hızla ilerliyorlardı.

"Ben de tam bugün bulaşık yıkayacaktım!" dedi Emre kalan poşetleri getirerek içeri girdiğinde. Ya kesin öyledir canım, ben inandım şahsen.

"Zehirlenmenden korkan annen ya da abimin daha önce bana yaptığı gibi kendini acındıracağın kız kardeşin yok mu?" dedim gülerek.

"Annem için yol çok uzun geliyor, geldiği zaman birkaç ay kalır, yaşlılık işte. Ablam ise gelmese daha iyi," dedi Emre gülümseyerek. Merak etmiştim, acaba konuşmuyorlar mıydı?

"Neden ki?"

"İkiz kızları var beş yaşında. İsimleri Berçem ile Beren. Tek yumurta ikizleri ve benimle oynadıkları en çok oyun: Dayı bil bakalım ben kimim? Bilemeyince işler karışıyor tabii," diyerek cevapladı Emre.

Anlatırken yüzünden gülümseme hiç eksik olmuyordu. Ailesini çok seviyordu demek ki. Ben de onunla birlikte gülümsüyordum. Yeğenlerini sevdiği belliydi, kız çocuklarının yeri ayrı bir tatlı oluyordu, kendini sevdiriyordu.

"Dur tahmin edeyim, sen de hiçbir zaman bilemiyorsun." Başını aşağı yukarı salladı iç çekerek.

"Ne yapayım, çok benziyorlar." Gülerken kısılan gözleri yeşillerini daha bir ortaya çıkartmıştı. Sanırım gözlerine birazcık, azıcık, minnacık hayrandım. Kalbim birkaç tık daha fazla atmaya başlayınca gözlerimi kaçırdım.

Dağ Başında Aşk (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin