13

2K 106 1
                                    

Yüzüme düşen damlayla birlikte gökyüzüne baktım. Yağmur yağmaya başlamıştı. Ben ağladığım için mi yağıyordu yağmur yoksa bir daha sevdiğim adamla aynı yağmurun altında ıslanamayacağım için mi ağlıyordum?

Korkuyordum... Çok korkuyordum. Bir daha Emre'ye dönememek ölesiye korkutuyordu beni.

Ellerim üşüyordu mesela, yanımda olsa sıkıca tutardı.

Gözlerime misafir ettiğim yağmur bulutlarından korurdu beni.

Kalbim yokluğuyla değil, varlığıyla, huzuruyla sızlardı.

Derin bir nefes alıp, yürümeye devam ettim. Sadece birkaç adım kalmıştı kapıdan çıkmama. Lojmanın kapısında bekleyen asker beni görünce kapıyı açtı yavaşça. Demirin, demire sürtme sesi çıktı. Üstümde sadece bir montla yanımda hiçbir şey yokken -ne bir kimlik ne cüzdan ne de silah- sadece kalbimdeki sızıyla devam ettim.

Gözlerimden akan yaşları silmedim, ne de olsa yenileri ekleniyordu. Yağmur sanki kimsenin görmemesini istemiyormuş gibi gözyaşlarımın üstüne damlıyordu. Toprak kokuyordu, baharın gelmesiyle yeşillenen çimler capcanlıydı. Zemine sertçe çarpan yağmur taneleri isyan ediyor gibiydi. Toprağı yerinden etmeye meyilliydi ama bilmiyordu ki toprak da en az onun kadar eskiydi. Sonunda birbirilerine karışacak ve birlikte yaşamayı öğreneceklerdi.

Boş yolda yürürken, zamanımın gelmesini bekliyordum. Yanımda duran arabayla başımı çevirdim. Arabanın camını açtığında, karşımdaki kişi dün markette gördüğüm adamdı. Gözlerini kısıp beni inceliyordu, muhtemelen burada tek başıma ne yaptığımı düşünüyordu.

"Yardım ister misiniz?" diye sordu.

"Çok iyi olur, teşekkür ederim." Arabanın kapısını açıp bindim. İçeride ısıtıcı açık olduğu için sıcaktı.

Benden kısaydı, 1.70 boylarındaydı. Kafasındaki siyah bereden kel olduğunu anladım, ensesinde dahi hiç saç yoktu. Kahve, siyaha yakın gözleri ve sert yüzüyle pek tekin biri değildi.

"Nereye gidiyorsunuz?" Arada dikiz aynasından arkasına bakıyordu. Takip edilip edilmediğini düşünüyordu. Akıllı bir adam olmalıydı yoksa Sercan onu tek başına göndermezdi.

"Beni götüreceğin yere gidiyorum, Sercan'a." Cümlem biter bitmez bana doğru döndü. Islak saçlarımı yüzümden çekip, karşımdaki adama baktım.

"O zaman bu bir tuzak?" Belindeki silaha gitti eli, hâlâ dikiz aynasını kontrol ediyordu. Demek ki o kadar da akıllı değilmiş.

"Bizi takip etmeyecekler, silahını yerine koy. Kendi isteğimle gidiyorum Sercan'a. Beni istiyordu, ben de nedenini öğrenmek için gidiyorum." Adam bana cidden deli olup olmadığımı soracak gibiydi. Kim hayatını karartmış birine kendi ayaklarıyla giderdi ki? Ben gidiyordum.

Başımı camdan yana çevirip, sessizce yolu izledim. Adam bir daha soru sormamış ben de konuşmamıştım. Merkez yolunu es geçip dağlık yola girdi. Bu yolu biliyordum, burayı tanıyordum. Daha önce Emre'yle kahve içtiğimiz Siva yoluydu burası. Kapatıldığı için -çünkü dağın tepesinden kaya düşme riski vardı- kimse buraya girmiyordu.

Ne bekliyordun Gamze? Sercan burayı avucunun içi gibi biliyor, en başından beri burnumuzun dibinde saklanıyordu. Kurt bunu öğrendiğinde çıldıracaktı.

Arabanın göstergesinden saati kontrol ettiğimde bir saati geçmişti ki ileride yolun barikatlarla kapatıldığını gördüm. Yağmur bu süre içinde durmuştu, güneş bulutların arkasına sığınmıştı. Etrafta yağmurun bıraktığı izler vardı.

Yanımdaki adam camı açıp, ıslık çaldığında kayaların arasından çıkan tamamen siyah giyimli ve yüzleri maskeli iki adam, barikatı kenara çekti. Biz ilerlerken arkamızdan geri kapattı. Yolun sonuna geldiğimizde dağın zirvesine az kalmıştı. Arabayı görünmeyecek bir yere park etti.

Dağ Başında Aşk (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin