2

4.6K 186 10
                                    

Elimde ekmek öylece kapıda kalmıştım resmen. Kapıyı kapatıp arkamı döndüğümde Seda'yı görmem ile korkudan kalbim sıkıştı. Elimle damağımı kaldırdım. Nereden çıkacağı hiç belli olmuyordu. Kaşlarını çatmış bir kapıya bir de bana bakıyordu, elleri belindeydi.

"Aklımı aldın yenge." Bu kız ne ara odadan çıkıp gelmişti?

"Abin sandım zil çalınca geleni ama o değil anlaşılan. Kim gelmiş?" dedi tek kaşını kaldırıp.

"Askerlerden biri geldi, ekmek getirdi," dedim elimdeki poşeti havaya kaldırarak, yüzüne doğru tuttum görmesi için. Gerçi görmemesi mümkün değil ama aklı o an başka bir şeye çalışıyordu.

"Allah Allah, biz günlük iki ekmek yazdırıyoruz. Ne kadar istersek o kadar veriyorlar. Daha fazlasını artmasın diye getirmezler, yasak yani," dedi Seda.

Benim de kafam karışmıştı. Emre kendi hakkını mı vermişti bana? Öyleyse bunu kabul edemezdim. En azından birini geri vermeliydim. Sırf ben sorun yaşadım diye kendi hakkını göndermiş olmalıydı.

"Bir yanlışlık oldu herhâlde, başka birinin ekmeğini almayalım," diyerek montumu giyip botlarımı elime aldım. Büfeye gidip tekrar soracaktım mecburen. Kimsenin hakkını almak istemezdim, sonuçta bu ekmeği bekleyen birisi olabilirdi.

"Tamam, anahtarı al," dedi Seda ve arkasını dönüp tekrar uyumaya gitti. Başka işi yok ne de olsa.

Anahtarı alıp elimdeki ekmeklerle dışarı çıktım. Kapıyı kapattıktan sonra artık yerini öğrendiğim büfeye doğru ilerledim.

Büfeye geldiğimde ekmek aldığım asker yerinde oturuyordu ama ekmeği getiren asker başka biriydi. Emre ya da şu an karşımda duran asker değildi.

Seda'ya bilerek Emre'nin ismini vermemiştim. Tanıdığına emindim, burada herkes birbirini tanıyordu gerçi. Şehir merkezi yaklaşık bir saat, en yakın kasaba yarım saat uzaklıktaydı. Komşu komşunun külüne muhtaç hesabı eksikleri olduğu zaman birbirlerinden temin ediyorlardı.

"Merhaba, bir şey soracaktım. Ben iki ekmek almıştım sabah ama tilkiler yedi. Sonra bir asker iki ekmek getirdi. Acaba sorar mısınız ekmek kiminmiş?" Asker bana tuhaf tuhaf bakarken kurduğum cümlenin anlamsızlığı yüzüme vurdu. Sonra elime baktığında ekmekleri gördü.

"Askeri tarif eder misiniz hanımefendi?" Öyle söyleyince Emre geldi aklıma. Herkes de takmış bir hanımefendiye, sanki balo salonunda dansa davet ediyorlar.

"Emre Kurt istemiş sanırım ekmeklerin gönderilmesini. Askeri pek hatırlamıyorum aslında," dedim olaya direkt girerek.

Askerin gözleri şaşkınlıkla büyürken, "Emin misiniz?" diye sordu.

"Evet, eminim. Arayıp sorabilir misiniz lütfen?" dedim ısrarla.

Asker en sonunda yanında duran kablolu, eski ev telefonlarına benzeyen telefonla numarayı tuşladı. Biraz sonra telefon açılmış olmalıydı ki konuşmaya başladı. Ellerimi cebime sokmak istiyordum ama tek elimde hâlâ poşet vardı. Aralık ayında olduğumuzdan hava buz gibiydi.

"Hakan Çıta, Mersin. Bir maruzatım var komutanım," dedi sert çıkan sesiyle. Üşüdüğüm için ellerimi birbirine sürttüm. Kabanıma sardım kollarımı.

"Burada bir hanımefendi var komutanım. Ekmek göndermişsiniz bir askerle. Kendisi, başkasının hakkıysa istemiyorum, diyor komutanım. Ne yapalım?" dedi bana bakarak. Bu bakış, başımı yaktın, der gibiydi. Karşı tarafı bir süre dinledi, olayı anlayınca sonuca varmış olmalıydılar.

"Peki komutanım!" dedi ve telefonu kapattı sonrasında da. Soğuk havada ellerim buz tutmuştu. Burnumun kızardığına da emindim. Hasta olmak istemiyordum daha fazla bu soğukta kalıp.

Dağ Başında Aşk (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin