"Sen..." diye başladı ama devam etmedi. Ne kadar şaşırdığını kocaman olmuş gözlerinden anlıyordum.
"Ne zaman anladın diye mi soracaksın? Benim hayatım kalabalık değil, bir avuç insan tanıyorum ve sadece ikisi eski asker. Asker alışkanlıkların var, yüzünü saklayabilirsin ama kendinden emin yürüyüşün hep aynı." Diyerek gözlerimi yumdum yavaşça, o kadar yorgun hissediyordum ki babama giderken evde bıraktığım gururum bile bir köşede uyumuş kalmıştı.
O bir şey demedi. Evet demedi, hayır demedi.
Mırıldandım. "Ve ben bilgisayarla konuştuğumu anlayınca aklıma ilk sen geldin."
Susuyordu hâlâ.
"Konuşamıyor musun sahiden. Yoksa bu da bir numara mı?"
Bir şey düşünce gözlerimi araladım. Ayağa kalkmıştı, sehpaya çarpmış ve birkaç kitap düşürmüştü. Kumanda da yerdeydi. Önce eğilir gibi oldu almak için ama göz göze gelince durdu, vazgeçip doğruldu. Bakışlarından korkup biraz saklanmak istedim o an. Hatta karşısında bu kadar savunmasız olduğum için ürkerek doğrulmaya çalıştım. Oturup ona bakarken o deli gibi bir öfkeyle bana bakıyordu.
"Yanlış mı tahmin ettim?"
Bir şey demedi.
"Zaten artık fark etmez. Gelme bir daha."
Deli cesaretim bana doğru bir adım geldiğinde söndü. Arkama yaslandım kaçabileceğim kadar gittim. Dizlerimin önünde durdu bana tepemden bakıyordu. Dediğim neye bu kadar sinirlendi düşünemiyordum.
Üzerime doğru geldiğinde yutkunarak ellerimi göğsüne koydum. "Delirdin mi?" diye sordum sessizce.
Bir elini koltuğa yasladı diğer eliyle çenemden tutup yana çevirdi. Önce elinden kurtulmaya çalışıyordum ama sonra koltuğun başındaki kağıdı gördüm, toplu bir iğneyle tutturulmuştu, koltuğun arkasına doğru sarkıyordu.
"Bu ne?" diyerek dizlerimin üzerinde doğrulup nota döndüm, kağıdı çekince tepesi yırtıldı. Ben elimle kağıdı sıkıca tutarken o da bir elini omzuma koymuş arkamdan uzanıyordu. Omzumu silkerek elini düşürdüm, gergindim zaten bir de kalbimin dikkatini dağıtıyordu herif.
Eski bir defter sayfasıydı.
Üzerinde pastel boyayla çizilmiş bir resim vardı.
İki kişi yürüyor gibi duruyordu.
"Atay mı çizmiş acaba? Bizi mi çizmiş. Benimle kendini mi? Yoksa babamla kendini mi? Yoksa annem mi yanındaki? Niye sadece iki kişiler? Ne bu?" arkasını çevirdim kirli kağıda bakıp resme yeniden baktım pencereden vuran ışıkta. "Eve girip çıkıyorlar..." dedim dalgınca. "O zaman..." diyerek nemli gözlerle gülümseyerek ona doğru döndüm. Merakla bana bakıyordu o da. "O zaman yaşıyor hâlâ."
Yaşıyor olmasına seviniyordum, çünkü eğer mesele bir cinayete şahit olmasıysa onu uzun süre yaşatmazlar sanıyordum. Eğer şirketle ilgili bir durumsa hiçbir şey bilmiyordum. Yine de yaşıyor olmalıydı, resim çiziyordu çünkü.
Ben sesli gülerken o elimdeki kâğıda uzandı, dikkatle bakıp sayfayı çevirdi, ve köşesini bana gösterdi.
Avatar.com yazıyordu.
"Şirketin ajandasından bir sayfa..." diye mırıldandım.
"Dosyaları kurcalamamı istemedikleri için onu kaçırmış olamazlar değil mi? Ben bunlardan polise bahsetmedim, eğer öyle bir şey varsa anlatmam lazım..." dedim.
Başını iki yana salladı. Anlatmamı istemiyordu. Gergince dudağımı kemiriyordum, anlatma demesi kolaydı. "Atay'ın hayatıyla kumar oynamayacağımı biliyorsun, daha önce senden kimseye bahsetmedim, boşa çıktı tabi. Şimdiyse eğer Atay'ın bulunması için sessiz kalmamam lazımsa polise her şeyi anlatırım."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rehin
General Fiction... -Atay elimde ama sen telefonu yüzüme kapatıyorsun. O kadar mı nefret ediyorsun bu çocuktan Masal? ... "Bu hikayedeki tüm kişi ve kurumlar hayal ürünüdür."