Bölüm 47

2 0 0
                                    


>47

Mert'ten

Yüzümde dolaşan saçla gözlerimi kırparak açtım. Baharın saçları ya da çileğin eliymiş gibi alışkanlıkla onu ittim biraz, biraz fazla ittim sanırım az kalsın düşüyordu koltuktan. Sıçrayarak uyanan Masal korkarak koluma sarıldı. Fark ettiğim gibi kolumu sarıp kendime çektim. "İttin mi beni?" diye şaşkınca gözünü ovarken ben şişmiş suratına gülmemeye çalışıyordum. Epey Çileğe benziyordu şuan, ufak yeğenim gibiydi.

"Gülme! Uçurumdan düşüyorum sandım. Kalbime iniyordu." Diyerek eliyle yüzünü kapattı. O soluklanırken ben de yan dönmüş onu izliyordum. Birlikte uyuduğumuza inanamıyordum. Farkında değil miydi? Heyecanlanmıyor muydu? Yoksa heyecanlandığından mı kapatıyordu zaten yüzünü? Şimdi ona günaydın demek isterdim, kendim, etrafta telefonumu aramadan, saatime yazmadan, elimi havaya kaldırmadan. Ama sesim çıkmıyordu. Olmuyordu. Biriyle konuşmayı bu kadar çok isteyeceğimi hiç düşünmemiştim.

Oradan sağ kurtulmuştuk belki üçümüz, ama yaşadığımı da o günden sonra bir daha hiç hissetmemiştim. Şimdi biraz kalbim atıyor gibi hissediyordum. Masal benim sweetimle yanımda uzanıyordu. Galiba duyduğum kendi nabzımdı. Nabzımı duyuyorsam yaşıyordum.

"Mert?" dediğinde elimi kaldırıp yüzümü ovdum, biraz benim de kendime gelmem lazımdı. "Senin gözlerin ne renk?" dediğinde gözlerine bakıyordum yeni söken güneşin ışığında. "Seni mavi gözlü, yeşil gözlü, sarı ve bir kere de gri gözlü olarak gördüm sanırım. Galiba öyle gördüm. Bir insanın göz rengi bu kadar değişmez. Lens değil mi? Doğal rengi ne?"

Yüzümü örterken gözlerimden beni tanımasın diye lens takıyordum onun yanına giderken. Her seferinde farklı bir renk farklı bir ton. Şimdi gözlerimde lens yoktu. Artık kim olduğumu biliyordu, oysa kendi başına asla bulamaz sanıyordum. Bulmuştu. O benim kim olduğumu anlamıştı.

Bir şey demedim. Onun gözlerime böyle dikkatle bakmaya devam etmesini istiyordum.

"Şuan mesela... İnsanın gerçek göz rengi böyle olur mu lens olduğu çok belli." Dediğinde istemeden gülümsedim, olabiliyordu. "Kül rengi mi? Nasıl bir şey bu? Çıkarsana şunu kendi rengine bakayım. Bunlarla nasıl uyuyorsun?" Diyerek elini kaldırdığında elimle ittim, gözümü çıkaracaktı gözlerin ne renk diyerek. Onun güldüğünü görünce gecenin onun için de çok kötü geçmediğini anlayıp sevindim.

"Gözüne sokmuyorum herhalde elimi! Korkma. Sordum sadece meraktan işte." Yüzüne dökülen saçları geri iterken ona ondan korkmadığımı gösterip uzandım, kulağının yanından öptüğümde tüyleri diken diken oldu, ürperdi. "Ne yapıyorsun?" diye mırıldanarak bana döndüğünde bu kez burnundan öptüm yavaşça. Kolumun yanından kıvrılıp kendini koltuğun yanına bıraktı, yere düştü, hızlıca doğruldu. Az önce düşmemek için bana tutunuyordu şimdi benden kaçıyordu. Gülerek onu izlerken doğrulup kafasına gelen kapüşonu açtı başından. Yerdeki turuncu silahı alıp bana doğrulttu. "Dokunursan vururum."

Ben doğrulup yavaşça otururken onun hem güldüğünü hem de biraz gerilediğini fark ettim. Tabancasını hâlâ bana doğrultuyordu. "Bu silahı çok sevdim, benim olsun." Deyip havaya kaldırdı, tetiğe bastığında baloncuklar onun başına dökülüyordu oysa beni vuracak sanıyordum. "Olsun mu?" dedi tereddütle. Başımı salladım gülümsemeden duramıyordum aptal gibi. Onun yanında kalarak kendimi aptallaştırdığımı hissediyordum. Telefonumu elime aldım yorganı iterek. "Aptal." Dedim.

"Ya sabah sabah bana dediğin ilk şey bu mu?" diye sinirle silahı indirdi bir kez bana ateş edip sonra sehpaya bıraktı. Keyifsizce etrafa bakarken ben de ayağa kalkıp boynumu esnettim, koltukta yatmak rahat değildi yanımda kendi masalım olsa bile.

RehinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin