Bölüm 12

11 1 0
                                        


Bardağı tezgaha bıraktım. Boğazım acıyordu ama midem daha iyiydi. Biraz çalıştım ve yine sahte faturalar, benzer açıklar buldum. Resimlerini çekip ona yollasam da aramadı beni. Çantamı toplayıp evden çıkarken yerde ufak bir poşet vardı. Kapıyı örtüp poşeti kurcalayarak evden çıktım.

Bir limonata bir de sıkıca sarmalanmış başka paket vardı. Limonatayı içerken apartmandan çıktım. Ağacın altında uykulu gözlerle bakan Nişan'ı gördüm, elini salladı yavaşça. Selam verdi uzaktan. Şişeyi indirdim yere. Notu okudum.

"Limonatayı midene iyi gelsin diye aldım. Yüzük de değerli,onu baban yolladı."

Bunları o almıştı yani.

Limonatanın şişesi çöpe attım. Hafifçe gülümsedi. Onun aldığı bir şeyi içtim diye memnun olduğunu görüyordum. Ben memnun değildim. Bu adam beni korkutuyordu. Diğer pakette yüzük var diyordu, açmadım. Havaya kaldırdım. Ellerini uzatıp bana doğru bir adım geldi. "Dur! Yapma!"

Poşeti çöpe bıraktım. Düşünmedim. Beklemedim.

O sinirle buraya gelirken ben de arabaya yürüdüm. Onun kenardaki polislerden çekinip fazla yaklaşmamasından yararlanıp bir şey demeden yola çıktım. Biraz sahilde dolanıp şirkete gittim.

Otoparktayken Demet ablayla karşılaştım. Nil de çıktı geldi. Üçümüz asansöre yürürken Nil bir anda elini kaldırdı ve taş kağıt makas dedi. İkisi de taş yaparken ben şaşırıp makas yaptım.

Beni kahve almaya yolladılar. Çünkü oyunu kaybettim.

İtiraz etmeden istedikleri kahveleri telefona yazdım. Nil kahvesindeki sütün bile diğer insanlarınkinden farklı olmasını istiyordu. İnsafsız.

Kahveleri elime alıp kapıya giderken kafede epey uğultu vardı. Herkes bir şeyler konuşuyordu. Onca insanın gürültüsünün içinde bir tanesini duyunca kahveler elimden yere döküldü.

Tehdit beyin sesiydi.

"...Osmanlı İmparatorluğu'nu hem doğudan, hem de batıdan kıskaca almak isteyen Rusya, 24 Nisan 1877 tarihinde Romanya'ya girdiği gibi, 27 Nisan ... tarihinde de Osmanlı Devleti'nin doğu sınırındaki... girdi. Osmanlılar böylece Kafkasya ve Tuna ... üzere iki cephede, kendilerinden silah ve asker gücü ... daha üstün durumdaki Rus ordusuna karşı zorlu bir savunma savaşı vermek zorunda kaldılar..."

Kafamı çevirmeye korkuyordum. Başımı kaldırmaya korkuyordum. O konuşmaya devam ediyordu. Beni fark etmemiş miydi? Beni görmemiş miydi?

Kim olduğuna bakmak için cesaretimi topladığımda herkes bana bakıyordu. Kahveler etrafa saçılmıştı. Bir garson elinde paspasla bana geliyordu.

Nefesimi tutup herkesin yüzüne baktım.

Kim konuşuyordu?

Ses...

Bilgisayardan geliyordu.

Tarih profesörü müydü neden Rus savaşını anlatıyordu?

Sahiden öğretmen miydi? Bizim okuldan mıydı? Ne oluyordu? Herkes yavaşça önüne dönüp kendi işine bakarken, ben bilgisayara yürüdüm.

"B-Bu da ne?" diyerek ekrana baktım. Yazı vardı ama görüntü yoktu. "Konuşan... Dersi anlatan adam... Kim o..."

"Ne?" diyerek sıcak kahvesinden küçük bir yudum alıp gözlerini kırptı genç kız. "Anlamadım ne sordunuz?"

"Kim konuşuyordu?" dedim heyecanla.

"Ha... Uygulamayı diyorsun. Fatih sen anlatsana dilim yandı, konuşamıyorum..."

Gözlerimi ekrandan alamıyordum. Çocuk anlatmaya başladı hevesle. "Çok basit aslında, biz de yeni indirdik deniyorduk. Çok pahalı değil, güzel uygulama. Metni sese, ya da ses dosyasını metne çeviriyor. Basit bak yükle. Ve oldu. İşte bu derste aldığım ses kaydı, onları metne çevirdi. Artık ders notu istemem kimseden, ses kaydı alsam yeter. Bunları düzeltmek biraz uzun sürer, şöyle..."

Onu dinlemeden sordum.

"Yani bu ses... bilgisayarın mı? Bir uygulamanın sesi mi?"

"E-evet." Dedi çocuk. Sonra kıza kaş göz yapıp deli olduğumu düşündüğünü belli ederek bir şeyler fısıldadı.

"Yani uygulama..." dedim şaşkınlığımı saklamadan. Duyduğum ses bir insana ait değildi yani.

Başını salladı bir daha.

"Neden renginiz gitti hanımefendi? Kötü bir şey mi ay yoksa dur! Dur! Dolandırıldınız mı yoksa size birisi kendini savcıyım falan diye mi tanıttı bu sesle? Bütün paranızı az önce bankaya mı yatırdınız?"

"Dolandırılmak mı?" diyerek yanaklarımı sildim hızlıca yüzümü ovarak. Onların yanında ağlamak istemedim. Utandım. "Galiba eğlendi bunu yaparken..." diyerek arkama döndüm. Çıktım. Galiba sahiden eğleniyordu.

Ofise doğru elim boş yürürken ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Atay için dediklerini yapmaya devam etmem lazımdı ama Jane yanımda yürüyordu ve ben huzursuz hissediyordum. Bilgisayarla konuştuğumu hiç tahmin etmemiştim. Çok soğuktu sesi evet ama hiç sahte gibi gelmemişti. Hiç yorgun ya da uykulu olmazdı ama sahte de olamazdı.

Telefon çaldığında kulaklığı takıp ellerimi cebime attım.

"Artık biliyorsun... Ne hissediyorsun?" dedi sakince. Bilgisayarla konuşuyordum. Sürekli beni dinleyen bir bilgisayarla.

"O zaman herkes olabilirsin... Bu yüzden sustun. Çünkü duyduğum hiç gerçek sesin değildi."

"Ne hissediyorsun dedim."

Ne hissettiğimi biliyordum, bir parça hayal kırıklığı. Ama bunu ona demedim, çünkü sesini bile bilmediğim için hayal kırıklığı yaşadığımı bilmesin istedim, bunu nasıl açıklayacağım bilmediğim için.

"O zaman şimdi birisi daha olabileceğini düşünüyorum..." dedim sessizce binanın önünde duran arabaya bakarak. Şoför inip Mert'in kapısını açtı.




Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.




Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
RehinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin