Bir Gün Sonra
Çağatay'ın apar topar İstanbul'a dönmesine herkes gibi olumlu bakan Bade, aslında sadece öyle görünmek istemişti. Bir şeyler olduğunu ve belki de bazı şeylerin yanlış ilerlediğini düşünüyordu. Haksız da sayılmazdı ya.
Beraber İzmir'i gezdikleri sırada gitmişti Çağatay birden bire. O gittikten sonra onlar gezmeye devam etse de Bade'nin aklı Çağatay'da kalmıştı.
Şimdi de aradan bir gün geçmiş ve kahvaltı sonrasında Çağatay'ı aramak istiyordu Bade.
Odasına geçti ve kapıyı kitledi. Tamamen açık olan, balkona bakan camı da kapattıktan sonra yatağına geçti. Balkon kısmında babası oturuyordu ve Bade dışarıya ses gitsin istemiyordu. Ne konuşacaklarını kestiremediği için böyle önlem alma gereği duyuyordu.
Telefonunun ekranını açıp uygulamaya girdi. Çağatay, Bade'nin günaydın mesajına dahi cevap vermemişti. Tedirgin hissediyordu Bade. Direkt görüntülü aramaya bastı. Ekranı kendine tutup beklemeye başladı. Bir dizi titrerken, bir yandan da parmağını ısırıyordu. Parmaklarındaki o etlerin canını okumak istercesine çekiştiriyordu.
Telefon çaldı, çaldı.. Ama açan olmadı. Bade tam vazgeçiyordu ki araması yanıt aldı. Ekranda, yatakta yüzüstü yatan bir Çağatay belirdi. Saçlarını dağınık gözleri yarı açık, yarı kapalıydı.
"Yavrum?" dedi o boğuk sesiyle. "Ne oldu?"Bade kaldı öylece. İster istemez rahatlamıştı ama tam değildi bu rahatlama. Sadece onun uyuyor oluşunu düşünmemişti. Saat neredeyse ikiye geliyordu. Uyanıktır diye düşünmüştü. Telefonu ya şirkette ya da başka bir yerde açar diye de tahminleri vardı.
"Seni merak etmiştim." dedi, bu sefer tişörtünün ucuyla oynamaya başlarken. "Akşam birden gittin, konuşamadık. Sabahta günaydın yazdım sana, dönmedin. Aramak istedim."
"Anladım. Haklısın, güzelim." diyerek yattığı yerden doğruldu Çağatay. Telefonu kenara koyup iki yana gerindi. Sonra yeniden telefona uzandı. Sırtını yatak başlığına yaslayıp eliyle üstünkörü saçlarını düzeltti. "Sana bir türlü haber veremedim. Gece, gece de denmez de neredeyse sabaha karşı geldim İstanbul'a. Sonra zaten depoya geçtim. İşleri biraz kontrol altına aldım. Saat kaça geliyordu bilmiyorum, eve geçtim hemen duş alıp yattım."
"Depo mu?" dedi Bade kaşlarını çatarak. "Şirkete geçmen gerekmiyormuydu?"
"Şirket.." dedi Çağatay kadrajdan çıkıp. Eliyle sertçe yüzünü sıvazladı. Pot kırmıştı.
"Çağatay neler oluyor? Bana doğruyu söyler misin?"
Çağatay yeniden kadraja girdi. "Yavrum.. şimdi.."
"Çağatay. Bana yalan söyleme. Lütfen. Ne oluyor?"
Pes etti Çağatay. Ona yalan söylemek istemiyordu. Ne kadar endişelenmemesini istesede gerçeği bilmesi gerekiyordu.
"Küçük bir suikast diyebiliriz. Behsat kötü bir olayın eşiğinden döndü."
"Ne?" dedi Bade. "Suikast.. mi?"
Başını salladı Çağatay.
"Dün bu saatlerde Behsat benim asistanım Bahar ile kafedeymiş. İşte kafeden çıktıkları zaman bir şekilde araca geç binmişler. Bahar telefonunu mu ne unutmuş. O sırada Behsat anahtarı elinden düşürüp lastiğin jantında olan bombayı fark ediyor. O anda da Bahar'ı koruyor, siper oluyor. Bomba da patlıyor. Çevrede olan 12 sivil zarar gördü. Bu yüzden apar topar döndüm."
Bade dolan gözlerini gizlemedi. "Behsat nasıl? Bahar iyi mi? O siviller.. Ölen var mı?"
"Ağlama yavrum." dedi Çağatay. "Kıyamam ben senin gözyaşlarına."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BADE +18
RandomBade Çakmak Çağatay Alazoğlu & Tek cadde, tek geçiş.. Ama onca kalabalığın içinde kadere boyun eğmiş olan, birbirinden habersiz iki insan.. Karışan telefonlar ile beraber peşi sıra gelişen olaylar silsilesi onları birbirine mahkum iki insan haline g...