6. bölüm : DÜŞÜNMEK, GERÇEĞİ GÖRMEKTİR

13.4K 698 71
                                    

Kaderimiz biz daha doğmadan belirlenirmiş. Peki hayatımıza giren kişiler ve yaptığımız seçimler de öncesinden zaten belirlenmişmiydi? Hep düşünür ve kafam da sorgulardım. Askeriyeye gelince daha çok düşünme fırsatı bulmuştum.
Babam beni bırakırken suçlunun o olduğunu düşünürdüm. Nasıl olurda bir insan kendi canından vazgeçebilir diye...
Babam, benim kanayan yaramdı.

Gençliğimde arkadaş ortamının getirdiği kötü alışkanlıklarım vardı. Bunlardan biride yabancı maddeydi. Babam ne kadar dövüp sövsede, o kişilerin yanına gitmeyeceksin desede hareketleriyle ve davranışlarıyla hep o pisliğe itmişti beni.

Kendince kuralları olan katı bir adamdı zaten. Kolay kolay gülmezdi.
Bir kere bile bana "Oğlum" dememişti.
Ne vardı oda diğer babalar gibi beni sevseydi? "Aslan oğlum." deseydi...
O zaman hiç ayrılmazdım ki onun yanından.
Kovsa dahi, "Sen benim babamsın, gitmem bir yere." diyip şımarabilseydim.

Bir ailede ebeveynin görevi aileyi toplamak ve tutmaktı. Ama benim babam hep dağıtmıştı. Annem, babamın dayaklarından ve küfürlerinden bir gün yüzü dahi göremeden göçüp gitmişti. Teyzemler "Neden bu adama dayanıyorsun, boşan biz sana bakarız." deselerde annem gülerek geçiştirdi. Tek sebebinin ben olduğunu uzun zaman sonra anlamıştım. Keşke hayatta olsaydı da benim üniversiteden mezun olduğum günü, askere geldiğim zamanları görebilseydi. Akraba kültürümüz pek olmadığı için de annemin ölümünden sonra büyük bir psikolojik boşluğa düşmüştüm. Başarılarımı paylaşıp, dertlerimi anlatabileceğim kimsem olmamıştı.

...

Üzerimde tamı tamına 25 kilo yük vardı.
İlk defa çelik yelek giydiğim için zar zor adım atıyordum. Nizamiye girişinde ayna nöbeti tutacaktım. Bulunduğumuz mevki riskli olduğu için bir asker bir de komutan tutuyordu bu nöbeti. Nöbeti hangi komutanla tutacağımı bilmiyordum ama oldukça istekliydim. Nöbet süreleri iki saat
olduğu için muhabbet ederiz diye düşünüyordum.

Nöbet kulübesine yaklaşınca içerdeki komutanı görmemle yüzüm düştü. Erim komutandı bu. "Hadii ama yaaa." diye mırıldandım. Değil iki saat iki dakika bile geçmek bilmeyecekti şimdi. Şansıma küfür ede ede kulübenin kapısını açtım.
Benim geldiğimi fark etsede bir şey dememişti. Elleri cebinde dışarıyı izliyordu.
Hava karanlık olduğu için dışarda sadece öten çekirgelerin ve köpeklerin sesi vardı.

"Otuur." dedi çenesiyle sandalyeyi göstererek. Uzun bir aradan sonra ilk defa bir şey söylemişti. Sanırım normalde de böyle biriydi. Benim gibi konuşkan bir yapısı yoktu. Kulübede sadece bir tane sandalye olduğu için, "Yorulmadım, siz oturun isterseniz. Ben gözetlerim." dedim.
Alaylı bir şekilde gülerek, " Vatanı sanamı emanet edeceğiz?" dedi. Sinirimi bozmak için elinden geleni yapıyordu. Derin bir iç çekerek sabır dilendim.

Vakit geçmek bilmiyordu. Daha bir saat bile olmamıştı. Sinirimi bozan biriyle ufacık bir alanda bulunmak çok kötüydü, ağlamak istiyordum. Kaçıncı kez sigara içtiğini unutmuştum, bir kez daha sigarasını yakmıştı. "Çok fazla içiyorsunuz, sağlığınıza zararlı." dedim durduğum yerden ona bakarak. Bu kadar sessiz bir alandan benim sesim kurşun sesi gibi yankılanmıştı. Kafasını çevirip bana bir bakış attı ve tekrar önüne dönerek sigarasından bir duman daha çekti.
Cevap vermeye bile tenezzül etmemişti.

Nizamiyenin girişinden içeriye doğru giren bir köpeği fark etmiştik. "Çıkar köpeği. İçeri girecek." dedi. Buz gibiydi, emir verirken bile bana karşı sinirini belli ediyordu. Kapıdan çıkıp 20 metre ilerdeki köpeğe baktım. Kocamandı ve ben köpeklerden korkardım. Ne olursa olsun bunu ona söyleyemezdim. Alay geçeceğinden emindim. Köpek ısırsa bile sesimi çıkarmazdım.

Usulca köpeğe doğru yaklaştım. "Hoşt" dedim kısık bir sesle. Neyseki köpek korkarak kaçmıştı benden. Arkamı dönüp
klübeye doğru yürürken köpeğin peşimden koştuğunu gördüm. Durup arkamı döndüm ve tekrar "Hoşt" dedim. Köpek olduğu yerde duruyordu. Bir kaç adım atmıştı bana doğru. Klübeye doğru koşmaya başladım. Hem koşuyor hemde arkama bakıyordum. Hala koşuyordu.

Sert bir bedene çarpmamla düşecek gibi oldum. Neyseki çarpıtığım beden beni belimden kavrayarak tutmuştu. Kafamı yukarı doğru kaldırıp baktığımda Erim komutanın kıvrılan dudağıyla bana baktığını gördüm. Nefes nefese kalmış şekilde "Isıracaktı." dedim. Hala daha gülüyordu benim halime. Kollarını benden çekip köpeğe doğru adımladı. Köpek üstüne doğru yürüyen bedenden bile korkmamıştı. Erim, köpeğin yanına gidip çömeldi ve başını okşamaya başladı.
Ben hayretler içinde onu izliyordum kenardan. Bana bakıp, "Gel bir şey yapmıyor." dedi. Kafamı sağa sola sallayıp
"Asla" dedim. Tekrar gülmüştü benim bu halime. Ayağa kalkarak ıslık çaldı ve nizamiyenin çıkışına doğru yürüdü. O yürüyor köpekte arkasından gidiyordu.

Birkaç dakika sonra klübeye döndü. Ben sandalyede oturuyordum. O gelse de kalkmak istememiştim. Sonuçta bana otur diyen kendisiydi. Camın kenarına gidip bir sigara daha yaktı ve dışarıyı izlemeye başladı. Kulübede yine sessizlik hakimdi.
Sırtı bana dönük olduğu için onu izleyebiliyordum. "Korktun mu?" demesiyle ona bakmayı kestim. Alay etmeden ciddi ciddi sormuştu. "Biraz, üstüme doğru koşunca tedirgin oldum biraz." dedim.
Yüzünü görmesemde gülümsediğini, sırtının gerilemesinden anlamıştım.

Neyseki nöbeti bizden devralacak asker ve komutan gelmişti. İçimden derin bir oh çektim. Bir araç Erim komutanla beni bölüğe bırakmıştı. Üzerimdeki çelik yeleği çıkardıktan sonra kuş gibi hafifledim. Hemen uyumak istiyordum. Koğuşa girdiğimde bizimkilerin bağıra çağıra gır gır yaptığını görünce yüzümü buruşturdum.
Samsunlu, "Eee Erim komutanla nöbet nası geçti?" dedi. Gözlerimi devirerek, "Sence nasıl geçmiş olabilir?" dedim ve yatağıma geçtim. Bizimkilerin gülüşmesine, "Yatın artık saat kaç oldu" dedim. Vanlı'nın "Erim komutan, Ramazan astsubayla nöbet saatlerini değiştirmek istemiş. Normalde Ramazan komutanla tutacaktın." demesiyle uykum kaçtı. Ne yani Erim komutan, sırf benimle nöbet tutmak içinmi değiştirmişti nöbet saatini?

DÜŞKÜNLÜK 《 BxB 》Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin