Nizamiye girişinde ayna nöbeti tutan asker bizim bölüktendi. Bizim geldiğimizi görünce telefonu kaldırdı ve numaraları tuşladı. "Bizimkiler geldi komutanım, anlaşıldı komutanım." diyerek telefonu kapattı. Bize döndü ve, "Oğlum nerde kaldınız? Erim komutan kaç kere aradı sordu. Hemen, gidin bölüğe." diyerek sitem etti. Korkum tavan yapmıştı.
"Yarrağı yedik, bi daha çarşı yüzü göremeyiz biz." diyen Vanlıya kızgınlıkla baktım ve " Ben kaç kere dedim size kalkalım diye." dedim. Koşar adımlarla nizamiye komutanın yanına gittik. İlk olarak askeri kimliklerimize baktı. Elimizdeki eşyalara da bakıp üzerimizi aradıktan sonra içeri aldı.
Koşar adımlarla bölüğe ilerliyorduk.
"Yav dilerim, durun. İçim dışıma çıktı. Zaten geç kaldık.'' dedi Vanlı. Çarşıdan buraya kadar koşarak gelmiştik ve karnımıza sancılar girmişti. " İnşallah tutanak falan yazarak askerligimizi uzatmaz." diyen Diyarbakırlıya güldüm ve "Yok artık, daha neler." dedim. Diyarbakırlı bana alayla bakıp " Tabi lan ne sandın. Firar gibi bir şey bu. Yandık fena yandık." dedi. Erim'in, benim askerliğimi uzatacığını düşünmüyordum ama aklımdan da geçmiyor değildi. Tüm bu düşünceleri kenarı atıp tekrar koşmaya başladık. Mesafeler kısaldıkça bizdeki korku ve gerilim artıyordu....
"Nerdesiniz lan siz? " diyen Erim o kadar sinirliydi ki neredeyse gözlerinden ateş çıkacaktı. Biz tam önünde, başımız yerde onu dinliyorduk. "Çoluk çocukmusunuz siz ?" " Yoksa nerede olduğunuzun farkında mı değilsiniz? Okul değil burası, askerde olduğunuzun ne zaman farkına varacaksınız?" diye bağırıyordu. O kadar öfkeliydi ki karşısında çıt bile çıkaramıyorduk.
Başını sallayarak hepimize sırayla baktı ve " Size çok yüz verdim ben." dedi. Bu laf sanırım banaydı.
"Alt devreleriniz gelene kadar çarşı marşı yok size. Çıkın gidin gözüm görmesin." diye bağırmasıyla kendimizi hemen dışarı attık. Millet koridorda toplanmış bize bakıyordu. Başımı eğip hızlı adımlarla koğuşa yürüdüm. Sol elimle yaptığım yumruğun yeni farkına varmıştım. Çok sinirliydim, nasıl bu kadar kızabilirdi bana?
...
"Vallah gene ucuz yırttık. Askerliği uzatacak diye ödüm kopuyordu." dedi Diyarbakırlı.
Vanlı, "Adamın gözü dönmüş amına koyayım. Resmen dövecekti bizi." dedi.
Hiçbirinin dediğini duymuyordu kulaklarım. Erim'in karşımda kükremesi ve ''Size çok yüz verdim." demesi gözümün önünden gitmiyordu. Kalbim kırılmıştı. Onun benim komutanım olduğunu unutmuştum. Evet bu yaptığımız suçtu ama bu kadar azarı hak etmişmiydik? Özellikle ben. Bana aşkını itiraf edip öpüştüğüm adam değildi bu. Uğruna düşünmekten deli olduğum kişi gitmiş yerine birilerini asmaya kesmeye çalışan bir canavar gelmişti.
"Lan Emir, iyimisin. Bu kadar kafana takma amına koyayım. Pezevenk işte konuşuyor." diyen Ankaralı ya sert bir bakış attım. Ona küfür edilmesi zoruma gitmişti. Lanet olsun ki bu canavara kör kütük bağlıydım.
...Akşam olmuş ve yat içtimasını Erim komutanın kendisi bizzat alıyordu. Hali ve tavrı hiç hoşuma gitmiyordu. Dikkatlice onun gözlerine bakıyordum, kırıldığımı anlar mı diye ama o beni görse bile görmezden geliyordu. Tanıyamıyordum onu. Gözümden istemsizce akan yaşı elimin tersiyle sildim ve burnumu çektim.
Erim çatılan kaşlarıyla tam önümde duruyordu. Ben ısrarla ona baksam da, o benim baktığımın farkında olmasına rağmen düm düz kalabalığa bakıyordu.
"Bugün geç kalanlar hariç herkes koğuşlara. Eğer bir kişiyi dışarda görürsem arkadaşlarına eşlik eder." demesiyle korkuyla bana baktı Vanlı. Diyarbakırlı ve Ankaralının da yüzünde korku ve endişe vardı.Herkes korkuyla içeri koşarken biz esas duruşta bekliyorduk. Ne ceza verirse versin onu affeymiyecektim. Başım dik şekilde önüme bakarken, gözünün ucuyla bana baktı ve "Madem okul yıllarınızda ki haytalıklarınızı çok özlediniz, o zaman başlayın nizamiyeye doğru ördek yürüyüşüne." dedi. Sabır dilenerek çömeldik ve ellerimizle ayak bileklerimizi tuttuk. Yine onun emriyle bu halde yürümeye başladık. Tüm bölük camdan acıyarak bize bakıyordu.
Nizamiye ve bölük arasındaki mesafe 3 km kadardı ve biz nizamiyeye kadar 1 saatte böyle gelmiştik. Erim'de başımızdan bir an olsun ayrılmamıştı, kaytarmayalım diye. Giderken iki kez düşmüştüm ama "Kalk devam et asker" diyerek bağırmıştı bana. Ben ondan medet umar gibi bakmama rağmen o sertliğinden taviz bile vermiyordu.
Tam bittiğini sanıp nefesimizi düzene sokarken Erim, " Uykunuz geldimi?" dedi alayla. Bizden yine ses yoktu. Başını kaldırarak, "İlk başta bu benim işim diyerek baş kaldıranlar, bakıyorumda sesi çıkmıyor." Sabrım tükenmişti artık, sıktığım yumruğumu Erim'in suratına patlamamak için zor tutuyordum kendimi. Derin bir nefes alarak gözümü kapatıp açtım, sakinleşmek için.
" Yat sürün. Bölüğe kadar..." "Erken giden uyur, geç giden nöbetimde bana eşlik eder." dedi buz gibi sesiyle. Gözlerimi devirdim ve sabır dilenerek yere yattım. Dizlerimde derman kalmamıştı.
İki saatte anca varmıştık bölüğe. Saat kaçtı bilmiyordum ama sabah olmak üzereydi. Bizimkilerle anlaşıp aynı anda gelmiştik bölüğe. Önde giden, arkada kalanı beklemişti. Ne olursa olsun hep beraber hareket edecektik. Kenetlemiştik.
Bölüğün önüne vardığımızda, "Kalk" emriyle yüzümüzü buruşturarak kalktık ve esas duruşa geçtik. Erim hepimize baktıktan sonra derin bir nefes aldı. Ellerini arkasında birleştirmişti. Gövde gösterisi yapıyor, komutan olduğunu hatırlatıyordu.
Bitik halde olan bizlere baktı ve, "Öyle göte böyle yarrak." "Koğuşlarınıza marş marş." dedi. Emri alır alamaz hareket eden ilk ben olmuştum. Başımı dik tutmaya gayret ediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜŞKÜNLÜK 《 BxB 》
RomanceTAMAMLANDI. Askeri kurgudur. Erim, hayatı disiplinden ibaret olan ketun bir komutandı. Tek düşkünlüğü limon çiçeğiydi.