Daha kötü ne olabilir ki dediğimden hemen sonra daha da kötüsü oluyordu. Bakan şehre gelecek ve güvenlik için gidilecek ekipte bende vardım. Başımızda ise Erim komutan olacaktı. Normalde böyle özel görevlere üst devrelerden tecrübeli askerler gidiyordu, benim gibi usta birliğine yeni gelmiş çaylak askerler gitmiyordu. Eminim ki Erim istemişti gitmemi. Çünkü dediği gibi beni etrafında görmek istiyordu.
O günden sonra epeyce düşünmüştüm.
Onun bu sözünü kendimce her türlü yorumlamıştım. Asla erkeklerden hoşlanacak bir adam değildi. Hatta böyle şeylere karşı çıkacak biriydi. Tıpkı babam gibi. Öyleyse neden benim gibi birini etrafında görmek istiyordu?Bavulumu hazırlıyordum. İki günlük bir görev olacağı için fazla bir şey almama gerek yoktu. Zaten sivil gidip, görevde de sivil kıyafetlerimiz olacaktı üzerimizde.
Bunun nedeni asker olduğumuz belli olmasın, ve dikkat çekmeyelim diyeydi.Benimle beraber gidecek olan 4 askerde hazırlanmıştı. En sevmedigim, burnu havada dört kişiyle iki gün geçirecektim. Üstüne bide Erim komutan... Daha kötü ne olabilirdi ki?
Ben ve diğer askerler valizlerimizi alıp kapıda duran arabaya yöneldik. Erim komutan ise sırtını araca yaslamış bizi bekliyordu.
Arabaya geldiğimizde Erim komutan bagajı açtı. Üst devre askerlerin hepsi valizlerini bana yıkmışlardı, bagaja koymam için.
Burada devrecilik olduğu için Erim komutan da ses çıkarmamıştı. Yapacak bir şey yoktu, iki gün dışımı sıkacaktım.Erim elimdeki son iki valizi benden aldı ve,
"Sen bin öne." dedi. "Olurmu komutanım, ben koyarım." desem de Erim söylediği lafı bu sefer tane tane heceleyerek tekrarladı.Başka bir asker olsa valizleri ondan alırmıydı diye düşünürken üst devre askerlerden birinin on koltuğa geçtiğini gördüm. Bende sürücü koltuğunun hemen arkasındaki koltuğa geçtim. Arkada biraz sıkışacaktım ama yapacak bir şey yoktu.
Erim, bagajın kapağını kapattıktan sonra sürücü koltuğana bindi. O kadar güçlüydü ki arabaya binerken, sallanmıştık. Bana öne geçmemi söylemişti ama benim arkada olduğumu dikiz aynasından bakarak anladı. Bir kaç saniye aynadan bana baktıktan sonra önüne döndü ve arabayı çalıştırdı.
Askeriyeden çıkmış toprak yolda ilerliyorduk. Yollar çok bozuk olduğu için her seferinde sallanıyorduk. Yaklaşık 100 km yolumuz vardı şehre ulaşmak için.
"Herkes bizi halktan biri gibi bilecek.
Asker olduğunuzu belli etmek yok. Komutanım yok, abi var." dedi Erim.Diğer üst devre askerler bu duruma aşina olduğu için hemen havaya girmişlerdi bile. Bir yandan sohbet ediyorlar, bir yandan da kısık seste çalan radyodaki şarkıya eşlik ediyorlardı. Havaya girmeyen ben ise sıkıştığım yerden zar zor nefes alıyordum. Böyle yol bitmezdi. Kafamı geriye yaslayıp sola çevirdim ve dışarıyı seyretmeye başladim. Erim her dakika başı ayna arkasında oturan bana bakıyordu, kontrol eder gibi. Göz göze gelincede ya ben yada o gözlerini çekiyordu.
Erim susadığı için su şişesini istemişti. Şişe benden tarafta olduğu için kapağını açtım ve öne doğru uzattım. Erim hızını biraz daha düşürerek elini arkaya doğru uzattı. Araba hala ilerlemeye devam ettiği için gözünü önünden ayırmıyordu. Eliyle şişeyi ararken ben şişeyi avucuna doğru yönelttim. Neyseki almıştı şişeyi. Bir yandan şişeyi tepesine dikerken bir yandan da arabayı kontrol ediyordu.
Şehre yeni girmiş ve hava yeni kararmaya başlamıştı. Aylardır birbirimizden başka kimsenin yüzünü görmediğimiz için etrafta dolanan insanlara bakıyorduk.
"Acıktınızmı?" diye soran Erim komutana üst devre askerler "He valla komutanım, kurt gibi acıktık." dediler. Erim aynadan bana bakıyor, benimde de cevap vermemi bekliyordu. Sesimi çıkarmamış ve bakışlarımı aynadan çekmiştim.
Araba bir çorbacının önüne durduğunda hepimiz indik. "Lavaboya gidecek varsa gitsin." dedi Erim. Yol boyunca sıkış sıkış geldiğimiz için terlemiştim. Elimi yüzümü yıkasam iyi olacaktı.
Lavabodan çıktıktan sonra etrafa bakındım. Çorbalar çoktan masalara gelmişti. Dört asker bir masadayken Erim başka bir masadaydı. Karşında da bir sandalye ve çorba kasesi vardı. Lanet gitsin, karşılıklı ve baş başamı yiyecektik yemeği. Sıkıntılı bir şekilde karşına oturdum ve kaseye bakarak yüzümü buruşturdum. Yoğun bir sarımsak kokusu olan bir çorbaydı ve ben sarımsaktan nefret ederdim. Erim bana bakıp, " Noldu?" diye sordu. "Sarımsak kokusunu sevmem."
dedim. Elini yukarı kaldırıp, garsonu çağırdı. "Oğlum bize iki mercimek." dedi. "Siz için." dememe rağmen kendisi de sarımsaklı çorbayı içmemiş, mercimekten içmişti.Çorbalar bittikten sonra üst devre askerler dışarda sigara içiyordu ve ben de yanlarında duruyordum. Erim hesabı ödeyip yanımıza gelirken paketinden bir dal sigara çıkardı ve dudakları arasında aldı. Çakmağından çıkan mavi alevi sigarasıyla buluşturdu ve derin bir duman çekti. Elini cebine atıp anahtarı çıkardı ve "Üşüdüysen arabaya bin." dedi bana. Anahtarı ondan alırken ellerimiz birbirne temas etmişti. Başımı eğip hızlıca anahtarı aldım ve arabaya yöneldim. Yine arka koltukta ki yerime binmiştim.
Onun bana iyi davranması garibime gidiyordurdu. Yol boyunca aynadan bana bakmış ve üşümemi istemediği için arabaya yollamıştı. Hele benim sarımsak kokusunu sevmediğimi bilip, kendisi de benimle mercimek çorbası içmesi garip olan en büyük şeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜŞKÜNLÜK 《 BxB 》
Roman d'amourTAMAMLANDI. Askeri kurgudur. Erim, hayatı disiplinden ibaret olan ketun bir komutandı. Tek düşkünlüğü limon çiçeğiydi.