6 ay sonra...
Yola çıkmak kaygıyı çoğaltmaktır; yola çıkmamaksa kendini kaybetmektir. Ve en üst anlamıyla yola çıkmak, kendi benliğinin farkına varmaktır.
İtalya'ya geleli 6 aydan fazla olmuştu. Restoranın mutfağında garsonlar hariç
100' den fazla kişi çalışıyordu. Şefler, stajyerler...Kapıdan ilk içeri girdiğimde etrafıma bakınmış ve tüm bunlar rüyaymış gibi gelmisti. Oldukça lüks ve hijyenikti. Mutfak bölümü kocamandı. Böyle bir tezgahı, mutfak envanterlerini, eğitim aldığım üniversitede bile görmemiştim. Her şey o kadar üst düzeydi ki acaba buraya layıkmıyım, başarısız olurmuyum diye ilk başta çok korkmuştum.
Bu korkum zamanla geçmiş ve kendimi buraya adapte edebilmiştim. Dünyanın en iyi şefleriyle çalışıyordum artık. Bir çok ürün ve bir çok teknik öğrenmiştim.
...
Benle beraber 18 kişi soğuk başlangıç bölümünde çalışıyordu. Usta şefimiz Çinli bir kadındı ve çok öğretici bir yapıya sahipti. Tüm stajyerlere sorumluluk vermekten asla kaçınmıyordu.
Burası dünyanın en iyi restorantı seçilip ödül aldığı için çok ünlüydü. Sadece yerliler değil dünyanın dört bir tarafından insanlar geliyordu. Hal böyle olunca da çalışanlar ve usta şefler de farklı uluslardandı. Genelde herkes ingilizce konuşsa da aynı milletten olanlar kendi dillerini de konuşuyorlardı. Benim ingilizce seviyem normaldi ama bu süreç içersinde artık üst düzey ingilizce konuşabiliyordum.
Üzerimdeki beyaz şef ceketiyle ve restoranın önlüğü ile aynada kendime baktım. İtalya'nın beni ne kadar da çok değiştitirdigini anladığımda kaşlarım çatılmıştı.
Mutluydum. Baktığımda da her şey istediğim gibiydi ama artık ben eski ben değildim.
Korkuyordum. Geldigim yeri unutmaktan, sahip olduğum değerleri bir kenara bırakıp bambaşka bir kişi olmaktan korkuyordum.
Fiziksel görünüşümün bile değiştiğini fark ediyordum. Saçlarım eskiden siyah ve kısaydı ama şimdi hafif uzatmış ve boyatmıştım. Yüzümün şekli, kilom, boyum, hatta bakışlarım bile değişmişti.Değişmeyen tek şey anılardı... İnsan ne kadar uzağa giderse gitsin aklı hep bıraktığı kişilerdeydi. İyi ve kötü yaşanmışlıklarda takılı kalıyordu , ya da yaşanamamışlıklarda...
...
Saat 12 civarı restorandan çıkmış ve tek başıma kaldığım eve gelmiştim. Günümün büyük bir kısmı restoranda geçtiği için iki odalı küçük bir ev tutmuştum. Sadece uyumak için kullanıyordum burayı.
Üzerimdeki ceketi çıkararak astım ve ışıkları açma gereği duymadan doğruca mutfağa geçtim. Apartmanın önünde uzunca ve büyükçe bir aydınlatma direği olduğu için evi aydınlatıyordu.
Kahve makinasını çalıştırarak kahvemi yaptım. Gece saat kaç olursa olsun kahve içer ve öyle uykuya dalardım. Sadece has kahve içicileri yapardı benim yaptığımı.
Kupama kahveyi doldurdum ve sonra oturdum o mutfak masasına, nasıl bu kadar kendimi kaybettiğimi düşündüm.
Tek başımaydım ama masa çok kalabalıktı.Bir insanın sahip olabileceği en iyi şartlara sahiptim. Yurt dışında yaşama fırsatı ve iyi bir iş. Ama yalnızdım işte. Bugün neler yaptığımı anlatabilecek te şey karşımdaki duvardı.
Beni en iyide o karşımdaki bomboş baktığım duvar anlardı. Çünkü sadece o duvar biliyordu özlemimi ve hasretimi, en çok ta o anlıyordu beni. Her gece kızıyordu bana onsuz olduğum için. Pişmanlığımı biliyor anlıyor ama çaresizdi işte benim gibi, Erim gibi.
Kahvemden bir yudum aldım ve gözlerimi kapatıp Erim'i düşündüm. Sanki karşımdaymış gibi düşündüm.
Şimdi ne yapıyordu acaba? Beni unutmuş muydu? Aramızda binlerce kilometreler vardı ve şuan ikimizin tek ortak noktası aynı gökyüzüne bakmaktı. Aynı güneşi, aynı ayı ve aynı yıldızı görmekti.
Onsuz öyle bir yerdeyim ki
Ne durabiliyorum ne gidebiliyorum.
Ne susabiliyorum ne konuşabiliyorum.
Ne ölebiliyorum ne de yaşayabiliyorum...Şu dünyada tek bir dilek hakkım olsaydı, onu da Erim'e kavuşmak için kullanırdım. Deli divane gönlümü ona verip, sonsuz ömrümü ona adardım.
Öylece her şeyi bırakıp koşup gidesim vardı ona. Ellerini tutup gözlerinin içine bakıp, tam da orada yok olasım vardı.
Çok özlemiş, dayanamıyordum.
O'nu geri istiyordum....
Biraz buruk bir duygu yüklenirse yüreğinze, gözleriniz zaman zaman takılırsa benim gibi uzaklara, kulaklarınız ansızın çınlarsa bilin ki bir yerlerde delice özleniyorsunuz.
Gözlerimi hızla açıp kapattım ve başımı sallayıp bu düşünceleri toz bulutu gibi dağıttım.
Mutfak masasından hışımla kalkarak ışığı açtım ve restoranda bulunan ve benden sorumlu olan şefimi aradım.
" Hello Emir. ( Merhaba Emir. ) " diyerek açtı telefonu.
'' I want to terminate my internship.
(Ben stajımı sonlandırmak istiyorum. )" dedim." Is there a problem? ( Bir sorun mu var? ) " dedi. Böyle bir şeyi O'da beklemiyor olacaktı. Çünkü, benden çok memnundu ve yetenekli oldumu biliyordu.
" I just miss my girlfriend. I really have to do this. If I can't, I'll regret it for the rest of my life. ( Sadece kız arkadaşımı özlüyorum. Gerçekten bunu yapmak zorundayım. ) " dedim.
" If you leave, you will not have the opportunity to work here again. ( Eğer ayrılırsan, bir daha burada çalışabilme fırsatın olmaz. ) " derken sözünü kestim ve " I am bothered. ( Umrumda değil. ) " dedim.
Bir kaç dakikalık sessizlik oluştu. Sanırım düşünüyordu. " Emir " dedi uzun bir aradan sonra. " Sir. ( Efendim. ) dedim.
" Follow your love. I'm behind you, man. ( Âşkının peşinden git. Arkandayım dostum. ) " dedi.
" Thank you. Thank you very much Mr. Dudenleawey. ( Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim Dudenleawey. ) " diyerek telefonu kapattım.
Telefondan uçak biletimi alıp derin bir nefes aldım. Yarın sabah uçacaktım İstanbul'a. Ordan da, Ağrıya.
Meğer ne çok istemişim bunu yapmayı. Bavulumu ve eşyalarımı toparlamam tüm gecemi alacaktı ama sorun olmazdı. Çünkü bu uykusuzluğun ve yorgunluğun sonu Erim'e kavuşmak olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜŞKÜNLÜK 《 BxB 》
RomanceTAMAMLANDI. Askeri kurgudur. Erim, hayatı disiplinden ibaret olan ketun bir komutandı. Tek düşkünlüğü limon çiçeğiydi.