İzin günüm bitmiş askeriyeye dönmüştüm.Ayaklarım geri geri gidiyordu. Haklı olsam da Erim'le karşılaşmak istemiyordum. Benim evden çıktığım günün ertesi, dönmüştü askeriyeye. Merve haber etmişti. Sanırım benim askeriyeye döneceğimi tahmin etmişti ama ben iki gün daha kalmıştım Konya'da.
" Ooo hoşgeldin şef. " Nizamiyenin girişinde nöbet tutan asker bizim bölüktendi. " Hoş bulduk, kolay gelsin. " dedim ve yanında ki komutana da başımı sallayarak gülümsedim. " Erim komutan her gün burayı arıyormuş, Emir giriş yaptımı diye. " dedi asker. Tam tahmin ettiğim gibi merak etmişti, eminim şuan kuduruyordur. Omzumu silkeleyerek, " İzin günüm bugün bitti, niye arasın ki beni? " dedim.
Beni bildikleri için kimlik kontrolü vs. yapmadan direkt içeri girmiştim. İçerde görevli komutanın Barbaros komutan olduğunu görünce istemsizce rahatladım." Hoşgeldin kardeşim. Varmı bi sıkıntı? " diye sordu. Meşgul görünüyordu. " Yok komutanım. " diyerek sırtımdaki çantayı
X-ray cihazına koydum, içindekileri taraması için. Çarşıdan veya izinden gelen herkesin eşyasına bu şekilde bakılıyor ve üst araması yapılıyordu. " Aramaya gerek yok, bizdensin. " diyen Barbaros komutana başımı salladım. İçeriye telefon sokmaya kalksam, rahatlıkla halledebilirdim. Bana güvendiği ve böyle bir şey yapmayacağımı bildiği için arama yapmamıştı zaten....
Bölüğe gelmemle içtima düzeninde bekleyen askerleri gördüm. Muhtemelen öğle yemeğine gideceklerdi. Başlarında ise astsubay vardı. Tekmil verip yemeğe gitmeyeceğimi söyledim ve doğruca koğuşama geçtim. Erim'e görünmek istemiyordum. " Ooo devo hoşgeldin. " diyen Samsunluya baktım. O'da yeni gelmiş valizlerini boşaltıyordu. " Hoş bulduk sende hoşgeldin. Nası geçti izin? " diye sordum. Bir yandan da valizimdekileri çıkartıyordum. " İyi iyi, ayrılıp tekrar buraya gelmek kötü ama az günümüz kaldı." dedi.
Dediği doğruydu, tezkeremize çok az kalmıştı. Erim yüzünden izin kullanmasaydım şuan bir hafta önceden terhis olacaktım. Bu aklıma geldikçe sinirleniyordum. " Haa Erim komutan gelmişti az önce, seni sordu. Bi görün istersen. " dedi. Başımı salladım, elbette gitmeyecektim.Sivil hayattan askeriyeye dönmek ızdıraptı. Üzerimdeki kıyafetlerime veda edip, kamuflajlarımı giydim. Botlara baktım, bıkkınlıkla. Yapacak bir şey yoktu. Yatağa oturup ayaklarımı postallara geçirdim ve bağlamaya başladım. Ağır olması ve ayağımı yorması bi yana, bağcıklarını bağlamak sıkıntıydı.
Kapının sertçe açılmasıyla Erim içeri girdi. Samsunlu hemen kalkıp esas duruşa geçerken ben istifini bozmadan yavaş yavaş kalktım.
" Nerdesin sen kaç gündür? " diye sert bir şekilde sordu bana. Değişmişti, özellikle fiziksel olarak. Uzun zamandır uyumadığını gözlerinin altından anladım.
" İzin günüm bugün bitti. Geç kalmadım, tam saatinde geldim. Nerede olduğumu da size söyleyecek değilim. " dedim. Olduğunca başımı dik tutmaya gayret ediyordum. Benim cevabımı duyan Samsunlu hayretle bana baktı. Erim, baştan aşağı beni süzdükten sonra yanımaki askere de iki saniye baktı. Onun da burada olduğunu sonradan anlamıştı.
Dişlerini sıktığını çenesinin gerilmesinden anlamıştım. "10 dakika sonra odama gel." dedi sert bir dille. Bana bakıyor ve bir şey söylememi bekliyordu. Cevap vermeden gözlerimi devirdim. Daha da sinirlenmiş bir vaziyette koğuştan hızlı bir şekilde çıkarak kapıyı sertçe kapattı. O kadar sert çarpmıştı ki kapanan kapı tekrardan açıldı.
" Malmısın aq sen? Komutanla böyle konuşulurmu? Sen kendini hala sivilde zannettin heralde... " diyen Samsunluya gözlerimi yumup " Boşver, bir şey olmaz." dedim ve tekrardan yatağa oturup postallarımın bağcıklarını bağlamaya devam ettim. Samsunlu hayretle bendeki rahatlığı izliyordu. " Sana bir şey olmuş, izin yaramamış. Bir an önce git şunun yanına. Bizi de sikmesin şimdi." dedi.
Samsunlu koğuştan çıkmış yalnız kalmıştım. Aradan değil 10 dakika, yarım saat geçmişti. Ne olacağını, neler yapacağını tahmin bile edemiyordum. Tedirgin bir şekilde parmaklarımla oynayıp koğuşta volta atmaya başladım. Hışımla içeri girmesiyle duraksadım, nefesim kesilmişti adeta. Sağa sola bakarak yalnız olmadığımızı anladı. " Ne söyleyeceksen söyle, kimse yok. " dedim. " Odama gel, daha rahat konuşuruz. " dedi. Hâlâ sinirliydi. Arkasını dönüp bir kaç adım attı ve benim gelmediğimi anlayınca tekrar bana döndü. Seri bir şekilde belimden kavrayarak beni sağ omzuna aldı. Ayaklarım yerden kesilmiş, başım arka tarafında kalmıştı. " Bırak istemiyorum, bırak. " diyerek sırtına vuruyordum. Son gücümle vursam bile hissetmiyor gibiydi. Omuzundan inmek için çabalasam da çok güçlüydü. Adımlarını koridora doğru yönelttiğinde endişeyle, " Tamam Allah'ın cezası geleceğim, bırak biri görecek. " dedim. Duymuyordu. Başkasının bizi bu halde görmesi de umrunda değil gibiydi.
Merdivenleri ikişer üçer adımla çıkıyor, sanki omzunda ben yokmuşum gibi rahat hareket ediyordu....
Odasına girdiğimizde ayağıyla kapıyı kapattı ve kilitledi. Hâlâ patates çuvalı gibi omuzundaydım.
Yavaşça bıraktı ve ellerini beline koyarak bana baktı. " Derdin ne senin ha? " dedi.
Hiçbir şey olmamış gibi böyle konuşması çıldırmıştı beni. Bir iki adım geri atıp,
" Ya hem suçlu hem güçlü, bide zeytinyağı gibi üste çıkmıya çalışıyor. Sen ne pişkin bir adamsın ya? " dedim." Ne suçum varmış söyle? Onların geleceğinden haberim bile yoktu.
Olsa niye seni oraya götüreyim, niye kendim gideyim? " dedi." Mesle o değil, ben gideceğim de niye beni durdurmak yerine yol verdin. Bide nasıl gideceksin diye soruyorsun... Allah'ım çıldırıcam." dedim gülerek. Sinirde gülüyor, gözüm bir şeyi görmüyordu.
" Gitmek istedin napıyım?
Dövse miydim?" dedi." Dövseydin. Şimdi yaptığın gibi omzuna alıp izin vermeseydin..." dedim.
Çıldırmış olan ve kendi kendine konuşan beni dikkatle izliyordu. " Bir şey söylesene?" dedim gösüne vurarak.
Gülmeye başladı. Benim şuanki halime bakıp pişkin pişkin gülüyordu. Gözlerimi büyüterek ve bağırarak '' Ne gülüyorsun? " dedim. Daha da fazla gülmeye başladı.
" Bu halini ilk defa görüyorum, yemin ederim yerim seni. " dedi. Tam bir kez daha vurmak için elimi kaldıracakken bilegimden tuttu ve kendine çekti.
Vücudumuz birleşmişti. Göğsünden iterek uzaklaşmaya çalışsam da belimi öyle güçlü kavramıştı ki hareket edemiyordum.Gözleri yüzümü ve dudaklarımı incelerken kapının çalmasıyla beni gevşetti. Hemen çekilip kendimi ileriye attım. Bana baktı ve dudağının kenarını yalayıp, " Geeel " dedi.
Kapı açıldı ve Samsunlu tekmil vererek içeri girdi. İlk önce bana bir kaç saniye baktı ve, sonra komutana baktı. " Komutanım, Emir'in ziyaretçisi gelmiş. Nizamiyede bekliyor. " dedi. Şaşırmıştım, kimdi bu şimdi? Tek şaşıran ben değildim. Erim'de bana bakıyordu.
" Tamam sen, çık. " dedi Samsunluya.
Samsunlu selam verip çıktı ve kapıyı kapattı. Erim bana doğru adımlayıp, " Kim şimdi bu? " diye sordu. Kaşları hafif çatılmış, hesap soruyordu.
" Sanane? Hmmm sanane? " dedim.
" Tamam bu kadar yeter. Kim bu? Hem sen iki gündür nerdeydin? " dedi sinirle. Şimdi aklına gelmişti, iki gün boyunca nerede olduğum.
" Daha öncede dediğim gibi. Senden önce de bir hayatım vardı benim. Senle gözümü açmadım. " dedim.
Çatılan kaşlarıyla beni izliyordu.
" Gitmeyeceksin. " dedi düz bir şekilde.
" Sen kimsin ya. Bu ne cürret? Dünya senin etrafında dönmüyor. Bu kadar kendini önemseme. " dedim ve kapıya doğru ilerledim.
" Emir, eğer o kapıdan çıkarsan..." derken kapıyı açtım ve " Elinden geleni ardına koyma komutan. Görelim elini." dedim ve çıktım.
...
Kapıyı kapatıp hızlı adımlarla merdivenlerden aşağıya indim. Derin bir nefes aldım ve gözlerimi açıp kapattım. Kafamda dolanan şeyleri söylemiştim. Hırsım geçmese de biraz rahatlamıştım. Bir de ziyaretçi meselesi vardı, kimdi bu hakketen?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜŞKÜNLÜK 《 BxB 》
RomantizmTAMAMLANDI. Askeri kurgudur. Erim, hayatı disiplinden ibaret olan ketun bir komutandı. Tek düşkünlüğü limon çiçeğiydi.