2- Huzur Ve Kaos

3.3K 237 56
                                    


İyi okumalar

Fakültenin Süleymaniye'ye bakan arka kapısından çıktığımda dernek yolunu uzatmaya, ılık ve temiz havanın keyfini biraz daha çıkarmaya karar verdim.

Sırt çantamı tek omuzuma takıp, Arnavut kaldırımlarda yürümenin zevkiyle ve bir eşini başka bir yerde asla bulamayacağınız, dünyanın en iyi tarihi kuru fasulyecilerinin olduğu caddeleri arşınlarken manzaramdan oldukça memnundum.

Önünden geçtiğim fotokopici, ilk hafta olmasına rağmen daha şimdiden öğrenciler tarafından istilaya uğramıştı. Kıdemli olmanın en güzel yanı, üç sene boyunca fotokopici sırası bekleme eziyetinin son bulmasıydı, zira artık özetleri doğrudan kaynağından alabiliyordunuz.

Hayat kurtaran çalışkan öğrenci notları olmasa, hukuk fakültesinden mezun olabilmek mümkün müydü? Allah aşkına o kadar kalın kitapları kim okuyup, ezberleyebilirdi ki? Belki sadece bir kaç kişi! Ama o bir kaç kişi içinde kesinlikle ben yoktum, 200 sayfalık kitabın 50 sayfalık özetiyle de gayet geçer not alabilirken neden kendimi yoracaktım.

Kapı önünde bekleşen acemilere bıyık altından sırıtarak Süleymaniye camisinin avlusuna girdim.Dindar biri değildim, bildiğim dua sayısı bir elin parmağını geçmezdi ama Süleymaniye'nin büyülü ve huzurlu havası buranın en sevdiğim yanıydı. O yüzden her defasında derneğe giden kestirme yol yerine, avlunun içinden geçen uzun yolu tercih ederdim.

Kulağıma dolan ikindi ezanıyla ruhanî bir hava beni kuşattığında, çantamı sırtımdan atıp avlunun çimenlerine oturdum, dernektekiler beni biraz daha bekleyebilirdi. Namaza yetişmek için koşan esnaflar, okuldan çıkan öğrenciler ve ziyarete gelen turistler. Hepsi birden Süleymaniye'nin devasa ve eşsiz yapısının içine girdiklerinde ben öylece oturmuş gökyüzüne bakıyordum. Altımda yeşil çimenler, üstümde parlak bir semâ, daha iyisi olamazdı.

Müezzinin dâvûdi sesi kesildiğinde telaşla abdest alan amcalar çarptı gözüme. Biri çoraplarını giyiyor, diğeri de cebinden çıkardığı kumaş mendiliyle ıslanan yüzünü kuruluyordu. Caminin içine girerken ise konuştukları şey yine ülke gündemiydi, yediden yetmişe zaman ve mekan fark etmeden ülkece ortak konumuzun siyaset olması, çok acınası geldi gözüme. Şu ruhanî iklim bile bizi siyasetten ve kirli ikliminden koparamıyordu.

Gecesi gündüzü politika, ülke gündemi olan biri olarak belki düşündüklerim komikti ama bazı yerler vardı ki bana göre dünyanın kiri ve pası oralara girmemeliydi. Bu mekanlar insanın her şeyden uzaklaştığı, çamurunu ve kötülüğünü dışarıda bıraktığı yerler olarak kalmalıydı. Kast ettiğim sâdece camiler de değildi, bana göre Tanrı ve kul arasında bağ kurulan her mekan, sadece o soyut ilişkiye has kalmalıydı.

Ama bizim gibi ülkelerde bu düşündüğüm şeyler hayalden öteye geçmeyecek uçuk ideallerdi, belki İslamiyetin yapısından, belki de insanların din algısı yanlışlığından, birbirinden uzak durması gereken kutsallar bile iç içe geçmişti. Neyin kutsal neyin sadece kültürel bir değer olduğunun bile birbirine karıştığı bu coğrafyada suya sabuna dokunmadan yaşamak çok zordu. Hele benim gibi haksızlığa en ufak tahammülünüz yoksa ya da susmayı beceremeyen biriyseniz sizin için ülke şartları daha da ağırlaşıyordu.

Namaz bitip cemaat avluya dağılınca oturduğum yeşil ve soğuk çimenlerin üstünden yavaşça kalktım. Sırt çantamı bu defa iki omuzuma da alarak beni beklerken muhtemelen sinirlenmeye başlayan dostlarımın yanına doğru seri adımlarla yürümeye başladım. Tahtakale'ye varmadan hemen önceki sokağa girdiğim aynı anda telefonum çaldı. Arayanın kim olduğunu çok iyi biliyordum, babam derneğe gidip gitmediğimi yokluyordu.

Açmak istesem de onunla tatsız bir konuşma yapmak için çok yorgun hissediyordum kendimi. Aramayı sessize aldım ve sokağın sonundaki ikinci apartmanın önünde durdum. Üzerinde Emek ve Barış derneği yazan zile basar basmaz, otomatik kapı gürültüyle açıldı.

Kör NoktaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin