12- Düşünmek Bir Eziyet

1.8K 198 146
                                    


İyi okumalar. Oy ve yorum beni ne kadar motive ediyor bir bilseniz:)))

"Kahvaltı!"

Gıcırdayan yatağımdan bel ve sırt ağrısıyla uyandığım ikinci sabahtı. Saat kavramını gelen kahvaltıyla algılayabiliyordum, en azından bu taş duvarların arasında ne kadardır tutsak olduğumu hesaplayabiliyor, kendimce saati ölçebiliyordum.

Küçük şeylerin bile önemli olduğunu idrak ettiğim iki gün ve gece... Düşüncelerimin arasında, zihnimin en tozlu kıvrımlarında gidip geldiğim iki gün ve gece... Ailemi, özellikle babamı çözmeye çalıştığım iki gün ve gece...

Düşünmek güzeldi ama esaret altında inanılmaz bir çıldırtıcılığı vardı. En olmaz dediğiniz ihtimaller bile insanın aklına gelebiliyor, ne zaman gördüğünüzü ve duyduğunuzu hatırlamadığınız anılar, boy verip ansızın size selam çakabiliyordu.

Düşünmek, korkutucu bir güçtü. Ve ben iki gün ve gecedir, bu dört duvar arasında sadece düşünüyordum. Hayatıma dair kararlar alıyor, sonra vazgeçiyor ve sonra yeniden bambaşka bir karar daha alıyordum. Hayatımı yıkıyordum ya da inşa ediyordum, durmaksızın zihnim çalışıyordu. Öyle ki bazen düşünmekten yorgun düşerek uyuya kalıyordum.

Ayaklarımı sarkıtıp çıplak zemine bastım, soğuktu ama bu soğukluk beni diri tutuyordu. Bir şeyler canlı olduğumu hatırlatsın istiyordum, aslına bakılırsa buna muhtaçtım. Kalkıp kapının altındaki küçük, dar bölmeden plastikten yapılma kahvaltı tepsisini aldım. Yenilecek şeyler değildi lakin ayakta kalmak, zihnimi canlı tutmak için buna mecburdum.

Duygusallığa girmemek için güzel anıları düşünmeyi kendime yasaklamıştım. Belki mantıklı değildi fakat bana göre burada beni ancak öfke ve düşmanlık hisleri ayakta tutardı. Yanağıma atılan tokatın izi hala varlığını koruyordu, parmaklarımı yavaşça yüzümde gezdirdim. Hafif de olsa sızlayan tenim, göremediğim morlukların kanıtı gibiydi.

Yatağımın üzerinde duran battaniyeyi çekip yere serdim, artık temizlik ya da pislik umrumda değildi. İnsan çaresiz kaldığında bunların ne kadar da küçük ayrıntılar olduğunu fark ediyordu. Mühim olan yaşamdı, nefes almak ve hayatta kalmaktı. İnsanoğlu her durumda yaşamını devam ettirmeye kodlanmış bir mekanizmaydı, bunu burada çok daha iyi idrak edebiliyordum. Çok ya da az, aslolan yaşamsal gereksinimlerdi, gerisi ise kimine göre israf, kimine göre hayatı idame ettirmek için lüzumlu ihtiyaçlardı.

Kurumuş bir parça peynir, acı bir kaç zeytin, bayat ekmek ve plastik bardakta su. Bakışlarımı tepsideki yiyeceklerde gezdirdim, açtım ve tatları çok da umrumda değildi. Ne kadar daha burada olacağımı kestiremediğimden şartlara uyum sağlamak zorundaydım.

Kurumuş boğazımı bir yudum suyla yumuşattım ve sonra bir parça ekmek koparıp ağzıma attım. Şimdi biraz daha iyi hissediyordum, biraz daha güçlü ve bu esarete katlanabilir.

Acelem yoktu, ağır ağır bitirdiğim kahvaltıdan hemen sonra kapıya vurdum ve bitti diye seslendim. Bir kaç dakika sonra küçük bölme açıldı, tepsiyi koymak için açılan o dar yerden gelen yoğun ışığa alışmıştım fakat duyduğum  sesler olağan dışıydı.

Saniyelik açılıp kapanma zaman aralığında kulağıma dolan uğultulardan anlam çıkarmaya çalışıyordum. Bir şeyler olduğu kesindi ve ben burada, kapının arkasında beklemekten başka bir şey yapamıyordum.

Bu acziyet kanıma dokunuyor, hazmetmekte zorlanıyordum. Bir anda hayatımdan koparılıp dört duvara mahkum edilmek ve bir adamın dudakları arasından çıkacak özgürsün kelimesine muhtaç olmak gururuma dokunuyordu. Hiç böylesine aşağılandığımı hissetmemiştim ve tokat olayını saymıyordum bile.

Kör NoktaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin