4- Bir Kolye Meselesi 5- İkimizin Sırrı

3K 226 95
                                    

Küçük bir notum var sayın okurlar. Anlamadığım bir sebepten beşinci bölüm silindi ve yükleme yapamadım. Dolayısıyla ben de dördüncü bölümün bitişine beşinci bölümü ekledim. Kısacası beşinci bölüm ayrı bir bölüm olarak değil, bu bölümün sonuna eklenmiştir.

İyi okumalar 🍁

Karakol gecesinin üzerinden üç gün geçmişti ve ben tam tamına üç gündür, yatak döşek yatıyordum. Daha nezaretten salınırken bile ateşimin çıkacağını anlamıştım, zira bedenim tir tir titrerken, içim yanıyordu.

Öyle çıt kırıldım, hassas yapılı biri olmadığım halde günlerdir kendime bir türlü gelemememin sebebi, elbetteki yağmurun altında kalmış olmam, yetinmeyip üstüne ıslak ve çamurlu kıyafetlerle saatlerce nezarette tutulmamdı.

Zavallı babam hazırladığı fırça seansını ve uzun nasihatlerini kendine saklamak durumunda kalmış, doyasıya bana kızma fırsatını böylece kaçırmıştı. Bilerek hasta olmamıştım elbette ama en azından araya giren bu üç günle canım babamın öfkesi biraz yatışmıştır diye umut ediyordum.

Annem ise, babama nazaran daha acımasızdı, öyle ki ateşler içinde yanarken bile bana söylendiği anları hayal meyâl hatırlıyordum. Bir kaşık çorba, iki fırça şeklinde sevgili annem babamın yapamadığını üç güne yedire yedire yapmıştı. Kabiliyetli kadındı vesselam, işin ucunda Hande'ye fırça kaymak varsa, her şartta ve zeminde, iki eli kanda olsa fırsatları değerlendirirdi.

Duvardaki kadın portreli saatim altıyı gösteriyordu, hava alacakaranlıktı ve benim en sevdiğim saatlerdi. Üzerimdeki yorganı kaldırıp çıplak ayaklarımı soğuk parkenin üzerine bastırdım. Annemin çıplak ayak ve kısır olma bağlantılı sözleri aklıma gelir gelmez refleksle hemen yatağın yanında duran pembe peluş terliklerimi ayağıma giydim. Sonuçta annelerin tecrübelerinin kanıtlanmış etkileri vardı, tıpta bir yere kadardı.

Dolabımın tam ortasındaki boy aynasından perişan halime baktım. Siyah ve uzun saçlarım canlılığını kaybetmiş, çokça yağlanmış ve karışmıştı. Zaten beyaz olan tenim daha da solgun ve biraz süzülmüş görünüyordu. Kırmızı çizgili pijamam-ki hiç sevmem,annem giydirmiş olmalıydı- belimden düştü düşecek gibi eğreti duruyordu. Kısacası şu an aynadaki aksiyle bakışan Hande, üç gün önceki Hande'nin kötü bir kopyası gibiydi.

Pencereden ağır ağır doğan güneş, odamın içine turuncu ışıklarını bırakırken, bu manzarayı seyretmek içimi ısıttı. Burnumu hafiften çekip, doğan güneşi daha net izlemek için perdeyi sakince araladım, aklım ansızın üç gün önceye giderken anlık bir huzursuzluk çöktü içime.

Mavi gözler zihnime destursuz düştüğünde dengemi kaybeder gibi oldum ve bilinçsizce geriye doğru bir kaç adım attım. Çakmak çakmak yanan gözler tüm keyfimi kaçırmıştı. Durduk yere ne alaka şimdi aklıma gelmişti ki!? Adam yokluğunda bile tadımı kaçırmayı başarıyordu, varlığı da yokluğu da belaydı.

Nezarette mırıldandığı türkü kulaklarıma dolarken, şaşkınlıkla sağa sola bakındım. Hastalıktan dolayı olmayan şeyler duyuyordum sanırım. Kafamın içinde mi yankılanıyordu türkü, yoksa bir yerlerde şu an Cem Karaca, Kerkük zindanı'mı çalıyordu? Kapıyı açıp sesi takip ettim, trabzanlardan hafifçe kafamı sarkıttım.

Babam radyo eşliğinde kahvaltı hazırlıyor, kendinden geçmiş, türküye varla yok arası bir mırıltıyla eşlik ediyordu. Anlaşılan bu sabah hiç istemediğim tesadüflere gözümü açmıştım. Hâlbuki aksine ne de huzurlu uyanmıştım.

"Hande kızım? " Babamın şefkatli sesiyle merdivenleri ağır ağır indim. Elindeki peynir tabağını masaya koyar koymaz bir kaç adımla yanıma geldi ve elini hiç beklemeden alnıma koydu. "Çok şükür ateşin falan yok, iyisin. "

Kör NoktaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin