"Markete girelim mi?" Kerem ona aldığım, sonrasında kendi ödemek zorunda kaldığı, kahveyi ve meyveli barı dakikalar içerisinde bitirince yüzüne renk gelmişti resmen. Ağabeyin önünde ona kocam dememe de takılmamıştı, yol boyunca aldığı gazla gözleri parlayarak sürmüştü arabayı. Öyle ki kırk beş dakikalık yolu on beş dakika kısaltıp çok daha çabuk varmamızı sağlamıştı İstanbul'a. Ben de kendi aldıklarımla meşgul olmuş, İnstagram'a bir story çakmıştım tam İstanbul'a giriş tabelasının önünden geçerken. Kendimi bu anı yakalayabildiğim için şanslı görüyordum. Sonuçta hayat küçük zaferlerden ibaretti. "Evde yulaf, süt bir de kuru meyve var sadece. Ben genelde tesiste yiyorum ama sen normal insan kahvaltısı istersin herhalde."
"Normal insan kahvaltısı?" bu dediğine bir küçük gülmüştüm işte, kafasını çevirip benimle göz göze gelirken omuz silkti.
"Sabah annenin hazırladığı gibi işte," başını tekrar yola çevirirken özlemle iç çekmişti. "Annemler Rize'ye geri taşındığından beri öyle kahvaltı etmedim."
Bu sözleri üzerine benim de bir duygusallaşasım gelmişti. "Yeseydin ya o zaman?"
"Yiyemiyorum diyorum ama anlamıyorsun ki!" çıkışına göz devirsem de bir şey dememiştim. "Okan hoca kafamı koparır eğer yersem."
"Aman yemezsen yeme, gerek yok markete girmeye." derken telefonumdan bir sipariş uygulamasına girmiştim bile. Trafik ışıklarında durduğumuzda telefonu eline tutuşturdum. "Al, gir evin adresini, sipariş verelim. Bir kasiyer ağabey vakası daha kaldıramayacağım bugün. Öğlen bile olmadı ve ben Kerem Aktürk + sosyal mücadele bataryamın dibine gelmek üzereyim."
Kerem itirazsız söylediğimi yaparken söylenmeden edememişti, "İki saniye çeneni tutsaydın adamın kalbine indirmeyecektin öyle. Sen çıktıktan sonra konuşamadı bir dakika, parmağıyla bir market kapısını bir beni gösterip durdu. Bu arada çok gizli bir sırrı sakladığını düşünüyor." deyip güldüğünde ben de kafamı iki yana sallayarak eşlik etmiştim ona.
"Açken ve kahvesizken çok gıcık birisi olabiliyorum, kabul." uzattığı telefonumu elinden alırken aklımda alacaklarımın bir listesini oluşturmaya başlamıştım bile. Kerem ise sessizliğe geri gömülmüştü. Haberlerde sürekli anlatılan çekilmez İstanbul trafiğini, öğleden önce on birde deneyimleyebileceğimi düşünmesem de, hayat her zamanki gibi beni haksız çıkarmayı başarmıştı. İzmit'ten buraya kadar olan yolu çok hızlı gelmiş olmamıza rağmen, Kerem'in merkezden biraz uzakta olan evini bulabilmemiz yarım saatten fazla alacak gibi duruyordu. Bu da bana alışverişimi bitirmek için gerekli süreyi tanımıştı. "Bir şey eklemek ister misin?"
"Şekersiz fıstık ezmesi," hiç tereddütsüz söylediği şeyle kaşlarım havaya kalksa da ikiletmeden ekledim onu. "Listeye koymamışsındır diye söylüyorum, tuvalet kağıdı, diş macunu ve tıraş köpüğü de lazım. Bir de kendine şampuan falan alacaksan onları ekle işte."
Haklıydı, yemek ürünleri almaya odaklandığım için kendime şampuan da dahil söylediklerini düşünmemiştim. Onları da ekledikten sonra ödemek için uygulamadaki sepete tıkladım. Gözlerim tutarı görmez olaydı, öylesine bir ev alışverişi nasıl yedi bin beş yüz lira tutmuş olabilirdi asla aklım almıyordu ama tutmuştu işte. Okul döneminde çalışarak biriktirdiğim parayı İstanbul'da ne hızla tüketeceğimin küçük bir fragmanını görmek, uzun zamandır olmayan gerçeklik algımı çok güzel yerine oturtmuştu. Arka koltuktaki çantama uzanarak cüzdanımı içinden çıkardım. Kimliğim dışında toplam iki kartım vardı zaten, biri Kerem'in ek kartı, diğeri de birikimlerimin olduğu banka kartım. Kocam ise, ek kartı gözümün ucuyla bile bakmadan es geçip banka kartımı çıkardığımı görünce, ki araba sürerken bunu nasıl yaptı hiç bilmiyorum, itiraz etmişti.
"İstersen saçmalamayalım ha, Gökçe?" banka kartımı çekiştirerek elimden almasını beklemediğim için ucunu yakalamaya da fırsatım olmadan kaptırıvermiştim. "Ek kartınla ödüyorsun. İki senedir o kartı çok az şey için kullandığının farkındayım ama artık alışsan iyi edersin."
"Sen saçmalıyorsun! Kendi alışverişimi kendim öderim, verir misin şu kartı geri?" direksiyondaki elini tehdit etmeyecek şekilde uzandığımda kartı tutan elini camdan dışarıya çıkarıp ulaşmamı tamamen engellemişti. "Çocuk musun Kerem?"
"Asıl sen çocuk musun? Ne bu inat? Kendi evimin alışverişini bırak da ben ödeyim. Bak, eğer hemen ek kartınla ödemeyi tamamlamazsan, atarım bu banka kartını camdan, bir ay yenisini beklersin!" tehdidiyle gözlerim büyümüştü ama iki parmağının ucuyla tuttuğu kartıma korkulu bir bakış attıktan sonra önüme dönüp onun kartıyla ödemekten başka şansım kalmamıştı. "Heh şöyle, aferin."
"Kafanı koparacağımı umarım biliyorsundur?" Kartımı geri uzattığı gibi elinden kaparken dişlerimin arasından konuşmuştum. "Bir daha senin yanındayken hiçbir şey sipariş etmeyeceğime emin olabilirsin, kocacığım."
"O zaman her şeyi ben sipariş ederim, karıcım"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yüzük / Kerem Aktürkoğlu
FanfictionFutbolcu Kerem. Galatasaraylı Kerem. Mustafa amcanın torunu Kerem. Kocam Kerem. Gökçe Altun kendisini Kerem Aktürkoğlu ile evlenme dairesinde bulduğunda 20 yaşında, üniversite ikinci sınıf öğrencisiydi. Kerem'le daha öncesinde hiç konuşmamış, nik...