Bölümlerin uzatılması konusunda: Arkadaşlar ben uzun süre aynı şeye odaklanabilen birisi değilim. Bölümler o yüzden kısa, yazarken kısa oluyorlar çünkü. Günde iki tane atarak telafi etsem? (Şirinlik olsun diye hemen paylaşıyorum bu bölümü de :))
Her şeyi batırdığım telefon konuşmamızın sonunda, beş dakika kadar hareketsiz kaldıktan sonra, ne Kerem'in kırık telefon ekranı hakkında ne de arkadaşlarına yapacağı açıklama hakkında benim yapabileceğim bir şey olmadığına karar vererek, zamanımı başka şeylerle değerlendirmeye karar vermiştim. Odamı ve evi gezerken karar verdiğim üzere evde ne kadar nevresim takımı varsa hepsini makineye atmakla başladım işime. Her şeyin yerini bilmediğimi göz önüne alırsak kendime verdiğim bu görev, en fazla on beş dakikamı almıştı. Daha uzun süreceğini ümit etmiştim aslında. Kerem eve geldiğinde ona yapacağım muhteşem açıklama, ne kadar çabuk gelirse o kadar çabuk kurtulurdum bu yükten de. Ne diyeceğini kestiremiyordum. Çok kızabileceğini, bağıracağını düşünüyordum ama belli de olmazdı.
Kafamı meşgul etmek için kendimi mutfağa attığımda bir kez daha bu evin ne kadar sessiz olduğunu fark etmiştim. Evden ayrıldığım ilk birkaç saatte evi özlemek ne kadar büyük bir anne kuzusu olduğumu ortaya koymuştu diyebilirim. Ama bizim ev hiç bu kadar sessiz olmazdı ki. Ya Meryem son sez müzik dinleyip sinirlerimi zıplatırdı ya da annem ve teyzem yemeğe ne kadar soğan koymaları gerektiği hakkında tartışıyor olurdu. Fark ettiğim üzere, en azından Kerem varken tartışıyor olsak da bir şekilde yalnız kalmıyordum. Gelecekteki hayatımın ilk gününün de aynı bu sessizlikte geçecek olması gerçeği içimi bunaltmıştı. En kısa sürede kendime bir iş bulmalıydım.
İş bulamama ihtimalime karşı ikinci bir planım da vardı elbet, bu sefer de belgelerini akıllılık edip elimde bulundurduğum şekilde yüksek lisans başvurusu yapacaktım İstanbul'daki üniversitelere. Kerem'in buraya gelmem için verdiği ister sen özel üniversiteye gidersin sözü de bu konuda içimi rahatlatmıyor deseydim yalan söylemiş olurdum. Başvuru yapabileceğim yerleri düşünürken bir yandan da 'iki saate gelmiş olurum' diyen mızmız kocamın akşam yemeğinde ne yemeyi reddetmeyeceğini düşünüyordum. Çünkü dediğim gibi, ondan haz etmesem de cani değildim. Aç bırakacak halim yoktu. Sonunda en sevdiğim akşam yemeği olduğu için fırında karışık sebze kızartması yanına ilk defa deneyecek olduğum tam tahıllı makarna yapacaktım. Makarnayı tam tahıllı tercih etmiş olmamın tek açıklaması Kerem'in dün Meryem'i dün markete gönderip bu çeşidi aldırmasıydı. O kadar sakin geçen bir gün olmasına rağmen, dün bile bunu araya sıkıştırıp mızmızlık yapabilme yeteneğine şaşırmıştım aslında. Bugün kırık telefon konuşmasının üstüne bir de 'normal insan' makarnası tartışması çekemeyecektim.
Seçtiğim yemeklerin kolaylık seviyelerini göz önüne almamış, bir saatin sonunda işsiz kalarak baktığım saatin henüz üç buçuk olduğunu görmemle kendimi koltuğun üzerine boylu boyunca atmıştım. Ne bitmez gündü bu. Beden yorgunluğuma karşılık zihnim her zamankinden daha uyanıktı. Alışık olmadığım bu ev, kırık telefon ve gelecek kaygısı da stres seviyemi düşürmeye yarayan şeyler değildi tabi ki. Fazla mı düşünüyordum?
Annem her zaman çok düşünmenin bize hiçbir yararı olmadığını, zihnimizi daha da bulandırdığını söylese de lise yıllarındaki not takıntımın bir getirisi olarak üzerime yapışıp kalmıştı bu huyum. Uflayarak yastığımı düzelttiğim sırada varlığını unuttuğum çamaşır makinesinin bitme sesiyle yerimden fırlamıştım. Bizim evde duymayacağımız bir seste buydu, kendi gürültümüzden makineyi unutur, bitme saatinden yarım saat sonra anca çıkarırdık çamaşırları içinden. Sanırım bunu, Kerem'in evi artı puanlar listesine ekleyebilirdim. Şimdilik listeme ekleyebilecek eksi bir puan bulamam da bulunduğum konumdan nefret etmemi zorlaştıran bir şeydi.
Çamaşırları kurutma makinesine tıktığım sırada alt kattan gelen kapı kapanma sesini duymuştum. Kerem söylediğinden daha erken dönmüştü. Bu normal miydi yoksa bir sıkıntı mı vardı bilmiyordum ama sonunda aşağı inmek zorunda kalacağım gerçeğiyle yüzleşmek bir dakikamı almıştı. Kendimi merdivenlere adımlamaya ikna etmekse iki.
"Gökçe, neredesin?" Kerem'in sesi salondan değil de biraz daha geriden, odam olduğunu tahmin ettiğim yerin yakınlarından geliyordu. "Barış seni eve attım sanmış sen telefonu açınca."
Gülen sesini duyduğumda, merdivenleri yarılamıştım. Henüz telefonunu aramayı akıl etmemesi iyiydi, çünkü girişini duyduğum anda son sürat atmaya başlayan kalbimi sakinleştirebilmek için zaman tanımıştı bana. "İlk yanlış kişiyi aradığını sanmıştı, arkadaşı da arkadan, Yunus'tu sanırım, kafasını karıştırınca öyle sanmış olması normal bence." Sesimi normal tutmaya çalışmıştım ama ondan cevap alamayınca adımlarımı hızlandırıp salona daldım.
Tahmin etmekten korktuğum üzere elinde tuttuğu telefonuna sanki gördüğüne inanamadığı bir rüyadaymış gibi bakıyordu. Ekranla birkaç saniye bakıştıktan sonra kafasını yavaşça kaldırıp benimle göz göze geldi. Bense üzerime atlama ihtimalime karşı, evden ne kadar hızlı kaçabileceğimi düşünmekle meşguldüm.
"Gökçe," sesi beklediğimden daha sakindi, şimdiye kadar hiç duymadığım kadar sakin. "bana daha geçen hafta aldığım telefonumun boylu boyunca kırık olmadığını söyle."
Geçen hafta mı almıştı? Konuştuğumda sesim içime kaçmış gibiydi, "Söyleyemem maalesef."
Gözlerini yumdu, bu haberi ilk defa öğreniyormuş gibi yutkunduktan sonra bana yine aynı şekilde baktı, "Ekranı kıranın sen olmadığını söyle."
"Yanlışlıkla oldu?"
"Kaç."
![](https://img.wattpad.com/cover/376755217-288-k576860.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yüzük / Kerem Aktürkoğlu
FanfictionFutbolcu Kerem. Galatasaraylı Kerem. Mustafa amcanın torunu Kerem. Kocam Kerem. Gökçe Altun kendisini Kerem Aktürkoğlu ile evlenme dairesinde bulduğunda 20 yaşında, üniversite ikinci sınıf öğrencisiydi. Kerem'le daha öncesinde hiç konuşmamış, nik...