Bölüm 25

3K 168 9
                                    

Maç günü gelmişti, Kerem'i canlı izleyeceğim ilk maçın deplasmanda olmasını hiç beğenmemiştim. Sırf bu yüzden doğru dürüst hiç uyumadan, gecenin birinde yola çıkmamız gerekmişti çünkü. Okan hoca saat 6 gibi Ankara'ya varmamızı, sonrasında on ikiye kadar otelde dinlendikten sonra saha kontrolü ve son antrenman için maçın oynanacağı stada gitmemizi planlamıştı. Kerem bu düzene alışık olduğu için hiç sıkıntı yaşamıyordu. Önümde takım arabasına ilerlerken iki elinde kabin boy valizlerimizi taşıyor, arada bir omzunun üstünden bana bakarak hızlı olmamı söylüyordu. 

Nasıl hala bayılmadığım hakkında bir fikrim yoktu. Çünkü bu günün sabahında da Ersan abiyle iki dosya belge çevirmiştim. İş yorgunluğunun üstüne yol yorgunluğu da ekleyecek olmam hiç hoşuma gitmiyordu. Hatta elimde olsa, Kerem'e sen tek git derdim ama muhteşem Ersan abim, maçtan sonra verilecek röportajların çevirisini de bana yıkmıştı. İki günde beni çözdüğünü, gayet yeterli olduğumu düşündüğünü söylemişti. Kendisinin bir işi vardı sözde, maçın bitimine yetişmeye çalışacak, yapabilirse çeviri işini benden alıp kendisi yapacaktı. İnanmamıştım ama neyse.

"Ne mızmızlandın be," Kerem elindeki valizleri ne ara görevliye vermişti bilmiyorum ama bir köşede ayakta uyuduğumu fark edince dibimde bitmişti. Bir elini omuzlarıma atarak beni de kendisiyle götürmeye çalıştığında hiç sesimi çıkarmadan onu takip etmiştim. "evde hiç böyle ayakta uyumuyordun?" diye sorduğunda esen soğuk rüzgarın etkisiyle kendimi de şaşırtan bir hamle yapıp iyice sokuldum kocama. Bir de donuyorduk burada gecenin bir yarısı. "Aaa, hareketlere bak. Bana mı yürüyorsun sen?" 

"Kerem, sus! Üşüyorum, uykum var ve çok yorgunum." Sesimin gerçekten de uykulu çıktığına inanmış olacaktı ki benimle uğraşmayı bırakıp takım otobüsünün içine yönlendirebildi bizi. Merdivenlerden tek başıma çıkmak zorunda olduğumu bildiğim için ondan ayrılıp hızlıca kendimi içeri atmaya çalışırken hemen peşimden geldiğini de biliyordum. Yunus ve Barış henüz ortalıkta yoktu, ya da ben gözümü zor açtığım için onları görememiştim, ama Kerem takımdaki diğer arkadaşlarına selam vere vere geliyordu arkamdan. Ortalarda bir yer beğendikten sonra oturup, kocamın da yanıma çökmesini izledim yarı açık gözlerimle. Oturur oturmaz bana dönmüştü o da. 

"Uyu madem uyuyabileceksen, harekete geçince bizimkiler de sessizleşir iyice." 

"Buradan kalkmayacaksın dimi?"

"Otobüsün içinde nereye gidebilirim ki zaten?" dediğinde kafamı sallamış, ceketime iyice sarılarak kafamı cama yaslamıştım ama iki saniye sonra bunun bir hata olduğunu anladım. Cam buz gibiydi, anlık kararla kafamı camdan çekip Kerem'e yaslandığımdaysa kıkırdadığını duyabilmiştim. "Derdin bu muydu? Tepe tepe kullan karıcım, omzum emrine amade." 

***

Beş saatlik yolculuğumuzun sonlarına geldiğimizi tahmin ederek uyandığımda hava daha yeni aydınlanıyordu. Kafamın üzerindeki ağırlıktan ve düzenli nefes alışverişinden anladığım üzere, Kerem de uyumuştu. Uyurken yerimizde kaymış, muhtemelen bize en rahat gelecek pozisyona geçmiştik. An itibariyle anladığım üzere bu pozisyon Kerem'in bir kolunu da omzumdan sallandırmasını gerektirmişti. İki hafta önceki Gökçe olsa çığlığı basar, kolunu tuttuğu gibi Kerem'i üzerinden atardı ama şu anki Gökçe olarak ben Kerem'e alıştığımdan mı yoksa omuzuna ilk yatan ben olduğum için asıl suçu kendimde aradığımdan mı ne, hiç sesimi çıkarmamaya karar vermiştim. 

Gözlerimi kırpıştırarak etrafa bakındığımda çok hareket de etmiyordum ama koltuğun bir şeyler koymamız için olan ağlı bölümünde Kerem'in telefonunu titrerken gördüğümde ona uzanıp uzanmamak arasında kalmıştım. Görebildiğim kadarıyla annesi arıyordu. Kerem dün ona akşam yola çıkacağımızı söylemişti, eğer telefonu açmazsa da panik olabilirdi. Bu yüzden hafifçe kıpırdanarak telefonu elime aldım. İkinci adım, Kerem'i sakince uyandırmaktı. 

"Kerem?" ses yok, "Kerem," kocişim bu sefer 'Hığ?' diyebilmişti. "Annen arıyor."

"Tamam aç." sözünden sonra kafasını kafamın üstünden çekince, uyanmaya karar veriyor sanmıştım ama o, bu sefer de omzuma koyarak gözlerini kapadı. Yarı uyanık halde bile dibime bu kadar giriyor olması şaşırtıcıydı ama şu iki haftada şaşırtıcı olan birçok şey normalim haline geldiği için bunu da akışına bıraktım. Telefonu açarak kulağıma götürdüm. 

"Efendim Filiz Teyzeciğim." Kerem'in annesiyle ilk defa konuşuyor değildim, hatta arada bir arar gelini olduğum için olsa gerek halimi hatırımı sorardı. 

"Gökçe kızım, Kerem yok mu?" aradığınız Kerem şuan boynuma soluyarak beni sınamakla meşgul, sinyal sesinden sonra mesaj bırakın. 

"Var var, yanımda hatta ama uyuyor. O yüzden ben açtım telefonu." Kerem'in omuzumdaki eli belime doğru kayınca anlık bir nefesimi kaybetsem de annesi telefonda olduğu için sesimi çıkaramadım. "Yoldayız hala." 

"Tamam kızım, ben de onu sormak için aramıştım." Filiz teyze rahatlamış gibi nefesini verdi, kim bilir biz uyurken de kaç kere aramıştı. "Varınca söyle Kerem'e de bir mesaj atsın, merak etmeyelim." 

"Tamam, Filiz Teyzeciğim. Söylerim." Bundan sonra da kapamıştı zaten, ben de telefonu aldığım yere geri koyarak kocama döndüm. "Ahtapot musun, Kerem? Bırakır mısın beni?" 

"Gece kendin sarılırken sesin çıkmıyordu," diyen Kerem koltuklarımız arasında kol koyma yeri olmadığı için beni iyice kendisine çekerek sarılmasını sürdürmüştü. 

"Kerem? Manyak mısın? Bir araba insan var etrafımızda," 

"Karım değil misin ya? Kim ne diyecek," boştaki eliyle kafamı kendikisinin üstüne yasladı. "en fazla bir saat var zaten, sessiz ol da uyuyalım bari." 

Yüzük / Kerem AktürkoğluHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin