Bölüm 8

3.2K 179 15
                                    

Kerem arabayı iki katlı müstakil bir evin önüne park edince gördüğüm manzaraya hiç şaşırmamıştım. Site içinde ama birbirlerine mesafe verecek kadar uzak olan bir düzine evin olduğu bir yerdeydik. Evin arka bahçesi olduğunu buradan bile görebiliyordum, şuan durduğumuz yolun öteki tarafı ise bir süre patika olarak ilerliyor, sonra ormanla buluşuyordu. Arabadan iner inmez burnuma çarpan temiz hava ise, Türkiye'nin en kalabalık şehri İstanbul'dan beklenmeyecek kalitedeydi. Kerem bey ağızının tadını iyi biliyordu gerçekten. Etrafa bakınırken gözüm kapının önündeki poşetlere takıldı, görünüşe göre, siparişimiz bir şekilde bizden önce gelmeyi başarmıştı. 

"Ay güneşin anlına bırakıp gitmişler bunları!" bir feryatla öne atıldığımda Kerem'in şaşırdığını hissedebiliyordum. "Ne akılsız insanmış, bir dünya donuk şey var içinde, böyle atılır mı?" Hemen donuk eşyaların olduğu poşetleri elimle kavrayarak arabanın bagajına yönelmiş olan Kerem'e seslendim. "Bırak şimdi valizleri, bunlar çözünmeden dolaba kaldırmamız lazım. Sonra yeni karısı Kerem Aktürkoğlu'nu zehirleme girişiminde bulundu diye manşet olmak istemiyorum."

Kerem'in kahkahasıyla paniğim bir anlığına donarken başını geriye atarak gülmesini izledim. Güneş ona bu açıdan vururken ve gülerken, sinirimi bozan kocamdan çok uzak bir görüntüsü vardı. Çok doğal, çok içten hissettiğim bir andı. "Yemin ederim şeytanın aklına gelmez!" diyerek anahtarını cebinden çıkardı, bir yandan da bana doğru yürüyordu. "Gerçekten zehirler misin peki beni?" 

Kapıyı açtıktan sonra dudağını büzerek sorduğu bu soruya omuz silktim. "Uslu bir çocuk olmazsan başına çok iş gelir." Onu kenarı iterek içeriye ilerlediğimde duyduğum poşet sesleriyle onunda bir şeyler alıp peşimden geldiğini anlamıştım. "Nerede mutfağın?"

"Sağa dön, görmemen imkansız." Gerçekten de öyleydi, çünkü sağıma dönmemle gördüğüm kocaman mutfak beni mest etmiş durumdaydı. İzmit'te kendime terapi olsun diye yemekler pişirdiğim mutfağımız Kerem'in mutfağının yanında pire gibi kalıyordu çünkü. Bayılmıştım. O beyaz dolaplar, kocaman tezgah, ortada adacık bile vardı. Kerem'e aşık olmayabilirdim ama mutfağına kesinlikle ilk görüşte aşık olmuştum. "Yürüsene kızım, kolum kopuyor burada." 

Vee Kerem Aktürkoğlu, sayın seyirciler. Her zaman anı mahvetmenin bir yolunu buluyor, maşallah. Bir yandan küçücük bir haklılık payı da olabileceği düşüncesiyle harekete geçmiştim. Vakit kaybetmeden buz dolabının buzluk kısmını açtım, elime ne gelirse tıkıştırmaya başladım. Ne de olsa sonra istersem oturup düzenlerdim, şimdilik bozulmasınlar yeterdi. Sürpriz bir şekilde sessiz bir anlaşmaya varmıştık, ben elime geçenleri boş bulduğum yerlere yerleştiriyor, Kerem de hem kalan poşetleri hem de bagajdaki valizleri eve taşıyordu. 

Mutfaktaki bütün dolapları açmıştım. Bir takım yemek tabağı, bardak, çatal bıçak ve gerçekten yemek pişiren bir kişiye asla yetmeyecek sayıda küçük tenceresi vardı sadece. Bu kendi konforum için düzenimi kurabileceğim anlamına gelse de, eksikliğini fark ettiğim tabak çanağı da not defteri uygulamama kaydetmek zorunda kalmıştım. Kerem'le aramızdaki bu sessiz ateşkesin ne kadar süreceğini bilmiyordum ama muhtemelen on beş dakika içerisinde sinirimi bozacak bir şey söylemeyi başarırdı. O zamana kadar huzurla mutfak yerleştirmeyi tercih etmem iyi olmuştu. 

Elime geçirdiğim bulaşık makinesi deterjanını kaldırmak için lavabonun altındaki dolabı açtığımda gördüğüm şeyse birkaç saniyelik dilimin tutulmasına yetmişti. Tablet çamaşır makinesi deterjanının burada ne işi vardı? "Kereeeem!" dış kapı sesiyle arabayı park etmekten döndüğünü anladığım çok sevgili kocam mutfak kapısında bitince elimdeki paketi ona doğru sallamıştım. "Bunun burada ne işi var?"

"Ne demek ne işi var? Yeni aldım, markayı beğenmediysen at gitsin de, ne bağırıyorsun?" söyledikleri, konu hakkında en ufak bir fikri olmadığının kanıtıydı resmen. Gözlerimi kısarak bir pakete bir ona baktım. 

"Bunun ne olduğunu düşünüyorsun peki?" 

"Bulaşık makinesi tableti?" sanki ben salakmışım da bir çocuğa açıklama yapıyormuş gibi çıkan sesi göz devirmeme sebep olurken ona doğru adımlayıp paketin üzerindeki büyük, kırmızı yazıyı işaret ettim. 

"Sen kendini çok akıllı sanıyorsun ama hiç öyle değilsin, kocacığım." yazıyı gözüne sokmak ister gibi paketi yüzüne doğru salladığımda kafasını geriye doğru çekerek kaçtı elimden. "Çamaşır deterjanı bu!" 

"Oha, bakim," paketi elimden çekmiş, içinden bir tane çıkarıp kontrol etmişti, sanki dış paketi olmadan ne olduklarını daha iyi anlayabilecek gibi. "Gerçekten öyleymiş Gökçe ya," bir eliyle sıkıntı içinde ensesinin arkasını kaşırken ben anlamaz bakışlarla onu izliyordum. Bir insan bu kadar avel olabilir miydi? "Ben yıkadım ama makineyi bununla daha önce?"

Olabiliyormuş. Söyledikleriyle gözlerim büyürken paketi elinden kaptığım gibi kendime çektim, elindeki küçük tableti de sinirle paketin içine attıktan sonra sabır dileyerek kapıyı işaret ettim ona. 

"Zehirlenebilirdin, salak! Çıkar mısın gözümün önünden?" söylenerek arkamı dönmüş, az önce kapadığım tabak çanak dolaplarının kapağını tekrar açmıştım. Şimdi hepsinin bir daha yıkanması gerekecekti. "Bir de bana diyor gerçekten zehirler misin diye? Seni senden korumak lazım önce."

Yüzük / Kerem AktürkoğluHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin