Ciro'yla ne kadar iyi vakit geçirsem de ben sadece bir izleyici değil, aynı zamanda Galatasaray ekibinin bir parçasıydım. Bu yüzden Okan hocanın ekibe mesaj atması üzerine Katrin ve Ciro'yu geride bırakarak soyunma odasına ilerlemem gerekmişti. Ayrılmadan da sarı fırtınaya bir daha geleceğime dair sözler vermiştim ama sorun değildi. Soyunma odasına girdiğimde Okan hocayı futbolcuların kurduğu yuvarlağın içinde, elinde bir not defteri hararetli bir şekilde bir şeyler anlatırken buldum. Kapının açılmasıyla bana dönen bakışlara aldırmadan, yuvarlağın orta tarafına, Okan hocanın sağında duran Kerem'in önüne ilerledim.
"Neredeydin acaba?" Durmamla Kerem'in kulağıma eğilmesi bir olmuştu. Gerçi bunu beklemiyordum desem yalan olurdu.
Omuz silktikten sonra kafamı hafifçe çevirerek Kerem'le göz göze geldim, "Ciro terk etmek için çok tatlıydı."
"Gökçe, tut şunu." Elime tutuşturulan not defteriyle kocamın bakışlarından kurtulup görevime döndüm. Okan hoca defterde yazılı birkaç şeyi işaret ettikten sonra beni omzumdan hafifçe çekerek yabancı futbolcularımızın çoğunlukta olduğu kısma döndürdü. "Çevir. Çok önemli, iyi dinlesinler."
Kafamı sallayarak diyeceklerime odaklandıktan sonra önce İngilizce, sonra da İspanyolca anlattım neler yapacaklarını. Okan hocanın çizimlerinde anlamadığım noktalar oldukça ona dönüp soru sormuş, cevabını da hemen iletmiştim.
"Anladınız mı?" Okan hocanın Türkçe sorduğu bu soruya bir cevap almasını beklemediğim için bunu da çevirecektim ki kafalarını sallayarak hocayı onayladıklarını görüp sustum. Demek ki, bu soruyu çok duyuyorlardı. "Güzel, şimdi defterde yazmayan başka şeyler anlatacağım. Gökçe, gel benle burada dur." Okan hoca yine beni bir bibloymuşum gibi kolumdan tutarak istediği yere konumlandırdıktan sonra devam etti. "Ne dersem çevir tamam mı? Anlamazsan ya da çeviremeyecek olursan sor, ben açıklarım sana." Dedikten sonra onayımı alınca da hararetli bir şekilde yine başladı konuşmaya.
Okan hoca ana dili İspanyolca olan ve çevirirken hızlarından dolayı ister istemez zorlandığım Arjantinli oyuncularımızdan bile daha hızlı konuştuğu için, çeviri sürecinin sonunda beynimdeki bütün hatları yakmış olsam da, başarmıştım. Bunu birkaç saat önce, Galatasaray TV'deki röportajın sağladığı ısınma turu olmasaydı başarabilir miydim bilmiyordum, bilmek de istemiyordum. Hocanın dediklerini hem İngilizce hem de Türkçe'ye çevirdikten sonra Okan hoca son bir kez şans dileyerek soyunma odasını terk edince, birkaç saniyeliğine soluklanmak için banklardan birine attım kendimi.
"Valla maşallah, yenge." Ailemizin favori hayvanatı Barış'ın başıma dikilmesi uzun sürmemişti tabi ki. Yunus da kendisini soluma atınca ne diyeceklerini daha iyi dinleyebilmek için ikisine de baktım sırayla.
"Taramalı tüfek gibi çevirdin Okan hoca ne dediyse." Yunus'la birbirlerinin sözlerini tamamlamaya da mı başlamışlardı? "Ersan abi bile duraklıyor arada."
"Gerçi sen de bir ara kıpkırmızı oldun, bayılacaksın sandım ama ayakta kalmayı başardın." Barış ekleme yapınca güldüm.
"Nefesim kesildi bir an," Kerem boş olan sağ tarafıma, bankın iki tarafına da bir bacağını atacak şekilde oturunca ona döndüm. "dalga geçeceksen hiç zahmet etme."
Kendisini bankta kaydırarak iyice dibime girdiğinde Yunus ve Barış dahil birkaç kişinin bakışlarını üstümüzde hissetmiştim. Her ne kadar ayağa kalkmak, ya da Yunus'a doğru kayarak ondan uzaklaşmak istesem de mutlu çift rolümüzü hatırlayarak sabit kaldım.
"Niye dalga geçeyim? Bence çok güzel çevirdin." Dediğinde bir kaşım inanamayarak havaya kalkmıştı. Bu halime göz devirdi. "Gören de hiç övmüyorum seni sanacak."
"Övüyor musun ki?"
Bakışları yoğunlaşırken bana doğru iyice eğildi, bense yine ortamdan soyutlanıp tıpkı bu sabah odada yaşadığımız an gibi kitlenmiştim ona. "Överim," dedikten sonra duraksadı birkaç saniye. "mesela, şuan çok güzel görünüyorsun, sabah da öyleydin, az önce de, muhtemelen maçtan sonra da öyle olacaksın."
Allah'ım hala nefes alıyor muydum? Çünkü hiç alıyormuş gibi hissetmiyordum. Başım dönüyor olabilir miydi? Kendime engel olamayarak yüzüme yerleşen gülümsememe ben de şaşırmıştım. Kerem'se gözlerini dikmiş her hamlemi izliyordu. Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatırken ona doğru eğildiğimi fark etmemiştim bile.
Ta ki, Barış'ın sesini duyana kadar. "Bakma Yunus! Birazdan çok kötü seyler olacak!" Gözlerimi kırpıştırarak anın etkisinden kurtulup kafamı onlara doğru çevirdim. Barış yüzünde kocaman bir 'it sırıtması'yla Yunus'un gözlerini kapatmaya çalışıyor, Yunus da ondan kurtulayım diye bacaklarını tekmelemeye uğraşıyordu.
"Yok artık! Salsana Barış çocuğu!"
"Öpüşmeyecekseniz salarım." Barış inat ediyordu. Yanaklarım tekrardan alevlenirken ne yapacağımı bilmez şekilde Kerem'e baktım. Kerem derin bir nefes aldıktan sonra göz devirerek yerinden kalktı.
"Öpmüyorum tamam," sanki bunu gerçekten yapacakmış da, onlar tepiştiği için vaz geçmiş gibi konuşunca ben de daha fazla burada kalmak istemediğime karar vererek ayaklandım. Ne kadar çabuk kaçarsam o kadar iyiydi. Üçünün de bakışları beni buldu bu sayede.
"Ben gideyim artık," diyerek çıkışa doğru adımlamaya başlamamla bileğimdeki el tarafından durdurulmam bir olmuştu. Soran gözlerle Kerem'e döndüm.
"Gerçekten şans öpücüğü vermeyecek misin?" Bunu o kadar masum bir şekilde söylemişti ki, göz devirsem de, kendimi de şaşırtan bir hamleyle yanağına minik bir öpücük kondurup kaçıvermiştim soyunma odasından.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yüzük / Kerem Aktürkoğlu
FanfictionFutbolcu Kerem. Galatasaraylı Kerem. Mustafa amcanın torunu Kerem. Kocam Kerem. Gökçe Altun kendisini Kerem Aktürkoğlu ile evlenme dairesinde bulduğunda 20 yaşında, üniversite ikinci sınıf öğrencisiydi. Kerem'le daha öncesinde hiç konuşmamış, nik...