Çektiğim işkencenin bir kısmını yaşatmak adına seçtiğim her şeyin fotoğrafını Kerem'e gösterdiğim ve onun da her şeye 'çok güzel, iyi ve sen beğendiysen tamam' demesiyle geçen bir akşam yemeği sonrası yine rutinimiz olduğu üzere koltuklarımıza yerleşmiş, televizyonda kış sezonu yeni başladığı için ilk bölümleri yayınlanan dizilerden birini seçmiştik. İkiz kardeşlerin hikayesini anlatan, pek de dikkatli izlemediğim ama Açelya'nın kuzenine reyting olsun diye açık tuttuğum bir şeydi. Kerem bile iki üç kelimeden fazlasını etmemişti bu diziye karşı.
"Kereeem!" sızlanarak ona doğru baktığımda kafasını telefondan kaldırmadan cevapladı.
"Gökçeee,"
Canım sıkılıyordu, yapmak istediğim aktiviteyi bulmuştum ve şimdi de onu ikna etmem gerekiyordu. Bu yüzden, yerimden kalkarak Kerem'in koltuğunun dibinde diz çöktüm. Telefonunda ne yaptığına baktığımda, ekranı hiç saklamadan benim de görebileceğim bir şekilde çevirerek kısa videoları kaydırmaya devam etti. Bir süre çenem omzunda, dizi çoktan unutulmuş bir şekilde video izledikten sonra buraya geliş amacımı hatırlayarak kafamı omzundan ayırdım ve yüzüne baktım. "Ben sıkıldım."
"Fark ettim," Kerem telefonun ekranını kapatarak sorgular bakışlarla bana döndü. "derdin ne söyle bakalım."
"Sahil."
"Nasıl?" dediğinde kocaman gülümseyerek ayağa kalktım ve elini yakaladım.
"Kalk hadi, gidelim." dediğimde kafasını geriye atarak üflese de eline asıldığımda onu oturur pozisyona çekmeme izin verdi. "Hadi hadi, çok uzak değil zaten."
"Ne yapacağız ya bu saatte?" dediğinde yerimde sallanmaya başlamıştım bile. İsyanlarına rağmen göz göze geldiğimizde parıldayan gözlerinden aslında bu fikre kadar uzak olmadığını anlamıştım. Minik naz çabam da hoşuna gidiyor gibi duruyordu.
"Kola çekirdek yaparız!" dediğimde kıkırdadı, ben de güldüm onunla beraber.
"Kola çekirdek?"
"Hadi, kocişim, nolur? Sen sıkılmadın mı?" diye onu bir kez daha çekiştirdiğimde koltuktan kalkarak kafasını salladı.
"Kocişin sıkılsa ne sıkılmasa ne, kafana koymuşsun bir kere." dediğinde tam ve bütün bir zafer hissiyatıyla hızla kollarımı ona doladım. "Vay bu kadar sevineceğini bilsem kendim teklif ederdim." diye dalga geçtiğindeyse istediğimi yaptıracak olmamın verdiği keyifle hiç umursamadım ukala yorumunu. "Git giyin bari, düzgün bir ceket bul, hasta olmayasın."
"Tamam, hadi sen de koş," yanağını küçücük öpüp hemen odama fırladım. Kerem'se göz ucuyla baktığımda hala ayakta koltuğun önünde duruyordu.
***
"Bak şimdi, saptırıyorsun." kolamdan bir yudum daha aldıktan sonra parmağımı Kerem'e doğru salladım. "Edward iyi seçimdi demedim, Jacop'dan iyiydi dedim." Bankın birinde bağdaş kurarak birbirimize dönük oturmuş, filmlerden konuşmaya başladığımızdan beri nasıl geldiğimizi anlamadığım Alacakaranlık serisini tartışmaya koyulmuştuk. Kerem Edward'ın saçma sapan bir seçim olduğunu söylemişti, haklıydı ama ben de haklıydım bence.
"He yani disko topu için ölmek mantıklı?" diyerek çekirdeğini çitlemeye devam ettiğinde derin bir nefes aldım.
"Jacop iflah olmaz bir sapık, Kerem! Adam Bella'yı izni olmadan öptü, sonra da gidip bebeğin birine mühürlendi. Pedofili resmen!" diye çıkıştığımda Kerem kahkahalarla gülmeye başladı. Ben de onu izleyerek gülümsemeye başlarken kendimi onu izlemekten alıkoyamamıştım. Gerçekten, taraftardan ya da kameralardan uzakta tanıdığım Kerem'i her gün daha fazla seviyor, ona daha çok bağlanıyordum. Hem, bu kadar güzel gülen birine bağlanmak çok kolaydı.
"Hiç bu açıdan bakmamıştım," dediğinde saçlarımı savurarak ona bilmiş bir bakış attım.
"Gökçe Aktürkoğlu farkı hayatım." dediğimde tek gözünü kırparak kafasını hafifçe iki yana salladı.
"Hayatım?" kızarmamak için kolama bir kez daha uzandım.
"Öyle, lafın gelişi."
"Tamam o zaman hayatım," dediğinde göz devirerek denize bir kez daha baktım. Hafif dalgalı bir şekilde önümüzdeki kayalıklara çarpıyordu. Bu gece gökyüzü oldukça açık olduğundan ay ışığının suyun üzerinde bıraktığı yansıma göz alıcıydı. İzmit'te de en sevdiğim aktivitelerden biri denizi izlemekti, ama arka plandaki kocaman köprü manzarası eklenince izlediğim başka bir deniz manzarasının bunu geçemeyeceğini düşünmüştüm. İstanbul dedikleri gibi büyüleyiciydi.
Kerem bizi nasıl keşfettiğini bilmediğim, pek insanın olmadığı bu tarafa getirdiği için ona bir kez daha teşekkür etmeyi aklıma not ettim. Sadece uzaktaki arabaların ve denizin sesini duyarak burada oturmak çok huzur vericiydi. "Burayı nasıl buldun?"
"Ben bulmadım, burası beni buldu." dediğinde anlamayarak ona doğru çevirdim bakışlarımı. Oysa denize bakıyordu. "İstanbul'a ilk geldiğim zamanlarda Barış bana sahilde bir kafe tarif etmişti, pek gazetecinin olmadığı, kafa dinlemelik bir yer. Kaybettiğimiz bir maçın ertesi günü kafam pek de iyi değilken o dediği kafeye gitmeye karar verdim. Yol falan bilmediğim için de kayboldum, burayı bulmuş oldum. İyi ki bulmuşum bence, kafeden daha sakin olduğu kesin, daha huzur verici. Arada sırada gelirim işte böyle kafa dinlemek için."
"Doğru," diyerek gülümsedim, küçük tesadüfler insanın hayatında büyük izler bırakabiliyordu. "Barış ne dedi burayı görünce?"
Kerem omuz silktikten sonra bana döndü, "Görmedi ki," gözlerimi kırpıştırarak dediğini anlamaya çalıştığımda gülümsedi. "bir tek ben biliyorum burayı, bir de sen."
Kerem gerçekten kalbimin peşindeydi. Kalp atışlarım hızlanırken tatlı tatlı gülümsemesine karşılık verdim. "Teşekkür ederim," kafasını salladı.
"Ben teşekkür ederim."
"O niyeymiş?"
"Artık yanlız değilim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yüzük / Kerem Aktürkoğlu
FanfictionFutbolcu Kerem. Galatasaraylı Kerem. Mustafa amcanın torunu Kerem. Kocam Kerem. Gökçe Altun kendisini Kerem Aktürkoğlu ile evlenme dairesinde bulduğunda 20 yaşında, üniversite ikinci sınıf öğrencisiydi. Kerem'le daha öncesinde hiç konuşmamış, nik...