Bölüm 49

2.9K 212 5
                                    

Kerem gittikten sonra merakıma yenik düşüp bana aldığı arabaya bakmak için kapının önüne çıkmış, vurduğum arabasından daha küçük, ve muhtemelen daha ucuz, kırmızı bir arabayla karşılaşmıştım. Anahtarları yanıma almayı akıl edemediğim için camdan gördüğüm kadarıyla otomatik vitesti. Bunu yaptığı için her ne kadar Kerem'e kızmak istesem de sebeplendirmesini anlıyordum bir noktada. Ayrıca bu gün ailesini Topkapı'ya götüreceğime söz vermiştim. İnsanları taksiye sürüklemeyecek olmak da güzeldi. Kerem her zaman benden bir adım ileride olmayı başarıyordu.

O evden çıkmadan önceki itirafımızı, yaşadığımız diğer her şey gibi, akışına bırakmaya karar vermiştim. Akşam eve geldiğinde ne kadar eskisi gibi davranabilirdim bilmiyordum ama anneleri geldiğinden beri bizi mutlu bir çift olarak gördükleri için rolümüzün gerçeğe dönmesinde hiçbir sıkıntı olmayacaktı. Bunu bilmek rahatlatıcıydı. Eve geri girdiğimde saat yedi buçuğa geliyordu. Filiz teyzenin de tıpkı annem gibi sekiz buçukta uyanıp herkesi ayağa dikmek gibi bir huyu olduğunu biliyordum. Eğer evde tek kalıyor olsaydım yatağıma geri dönüp öğlene kadar uyurdum ama misafirlerim olduğu için bu düşüncemden hemen vaz geçtim ve mutfağa ilerledim. 

Seneler önce, annem her buzluk hazırlığı yaparken beni de yanına oturtuyor diye şikayet ederdim ama öğrettiği her şey işime yaramıştı. Çünkü Barış ve Yunus'un her saniye bize damlama potansiyelleri olduğunu öğrendiğimde, izin günümün birini buzluğu biraz da olsa doldurarak geçirmiştim. Şimdi de Kerem'in ailesi için bu stoku eritmekten çekinmeyecektim. İyi gelin olmak bunu gerektirirdi sonuçta. Dolaptan hazır mini böreklerden ve kendim yapıp dondurduğum poğaçalardan çıkarıp önceden ısıtmaya üşendiğim fırının içine sokuşturdum. Fırındakiler pişerken zamanımı boşa geçirmemek adına bugün içerisinde Ersan Abi'ye teslim etmem gereken belgeleri alıp mutfak masasına kuruldum. 

"Günaydın, kızım. Kalkıp kahvaltılık mı hazırladın? Keşke zahmet etmeseydin." Filiz teyze tam ben ikinci postayı fırından çıkarırken gelmişti. Tepsiyi kenarı koyarak gülümsedim ona. 

"Günaydın, Filiz teyze. Hiç zahmet olmadı, önceden yapılıydılar zaten. Kerem çıkarken uyanınca boş durmayayım dedim." diyerek masanın üzerindeki dosyalarımı toparlamaya başladım. İşimin erkenden bitmesi çok iyiydi. Çeviride hızlı olmam her zaman övündüğüm bir özelliğimdi ve iş hayatımı da oldukça kolaylaştırıyordu. "Benim bu belgeleri teslim etmem gerekecek, isterseniz siz kahvaltı yapın, ben gidip geleyim tesise?" 

Filiz teyze sanki bu hayatında duyduğu en kötü fikirmiş gibi baktı bana. "Olur mu öyle şey? Sen de ye, öyle git." birkaç saniye duraksadıktan sonra aklına bir fikir gelmiş gibi gülümsedi. "Hatta beraber gidelim, biz seni bekleriz. Belgelerini verirsin sonra gideriz gezmeye." 

"Size ayıp olmasın?" dediğimde kahkaha attı. 

"İlahi Gökçe, ayıp olacak olsa niye söyleyeyim? Hadi çocuğum, git hazırlan sen, ben sofrayı kurarım. Reyyan'ı da al aşağı gelirken, ben Ömer babanı uyandırırım." 

***

Kahvaltıdan sonra konuştuğumuz gibi önce tesise, sonra da haritalardan baka baka Topkapı'ya geldik. Reyyan'ın dediğine göre öğretmeni burayı tarihi mekanlardan bahsederken anlatmış, ayrıca hepsinden de bir yeri ziyaret edip poster hazırlamalarını istemişti. Arkadaşlarının çoğu Rize'deki yerlere gidecekken kendisinin İstanbul'da bir yeri anlatacak olmasına çok sevinmişti. Bu yüzden sarayın her bir köşesinde hem onun hem de ilgi çekici diğer şeylerin bir sürü fotoğrafını çekme görevini ben üstlenmiştim. Hatta Reyyan aile fotoğrafı diye tutununca, turistin birinden dördümüzü beraber çekmesini de istemiştik. 

Filiz teyze yeni arabamı görünce benden çok sevinmiş, bana Kerem'i 'düzgün birine' çevirdiğim için teşekkür etmişti. Yol boyunca da Ömer amcayla birlik olup Kerem'in önceki sorumsuzluklarından bahsetmişlerdi. Sanırım onlara göre ben Kerem'in başına gelen en güzel şeydim. Bilmedikleri, asıl Kerem'in benim başıma gelen en güzel şey olduğuydu. 

"Yenge, abime gidelim mi? İçeri girelim bu sefer?" Reyyan Topkapı'dan çıkarken elime yapışıp masum gözlerle bana bakınca isteğini reddetmek zor olmuştu. 

"Bir sorayım yengecim. Antrenmanları yoğun değilse gidebiliriz, yarın maç var biliyorsun." dediğimde kafasını sallayınca hemen telefonumdan aradım kocamı. 

"Efendim güzelim," yanaklarım kızarmaya niyetlense de görevime odaklandım. 

"Biz sabah belge bırakmaya tesise gelmiştik ama Reyyan şimdi bir kere de seni görmek istiyor içeri girip. Antrenmanınız çok yoğun mu? Bir yarım saat gelsek?" diye sordum hemen. Kerem benim duymadığım birine bir şeyler söyledikten sonra cevapladı beni. 

"Gelin, Okan hoca sorun olmaz diyor. Hem ben de özledim zaten." 

Güldüm. "Birkaç saat oldu sadece, canım. Abartıyor olabilir misin?"

"Bakayım," düşünüyormuş gibi bir ses çıkardı. "yok. Abartmıyormuşum, hadi kapa telefonu da gel hemen." 

"Tamam, öptüm." diyerek kapadım telefonu, Reyyan'a döndüm. "Hadi bakalım, prenses. Gidelim abine, annenlere de söyle. Ben gidip arabayı getireyim." 

Yüzük / Kerem AktürkoğluHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin