Ahmet Kaya - Nereden Bileceksiniz
HÜKÜMRAN
1
"AHRÂR"
"Hayata haddinden fazla yenik başlayan çocuklardık biz."
12 Kasım Çarşamba, 01:20
Gecenin karanlığını art arda parlayan yıldırımlar, sükûnetini kuvvetli fırtınalar yok ediyordu. Bu gece çok fazla yağmur yağacaktı gök kubbeden şehre, hırpalanacaktı yeryüzü ziyadesiyle. Birileri doğarken birileri ölecekti. Bazılarının yolları birbirlerinden ayrılırken, bazılarının kaderleri kör bir düğümle birbirine iliklenecekti.
Bulunduğu mekânın yoğun gürültüsünden, mide bulandıran kötü kokularından ve duman altı havasından hiç hazzetmese de kara kış kapıdayken sokaklarda yatmaktan kurtulduğu için mutluydu. Burası şehrin gürültüsünden uzak bir yol üstünde, sıradan bir lokantaydı. Sadece gündüzleri... Geceleriyse sıradan insanların giremeyeceği kadar tehlike kokan illegal işler yuvasıydı.
Yasalara göre onun böyle bir yerde çalışması yasaktı. Henüz on yedi yaşındaki genç bir kız için burası tekin bir yer değildi. Lakin o, bu durumdan şikâyetçi değildi. Mekânın sahibi Raşit Bey de bu durumu sorun etmiyordu; genç kızın gündüzleri okula gitmesine, geceleri erkek gibi giyinerek çalışmasına izin veriyordu. Sözde kimsesiz bir kıza sahip çıkıyor ve sokaklarda kalmasına el vermiyordu baba yüreği. Ne de olsa onun da bu yaşlarda bir kızı vardı.
"Tepsileri parlattın mı Berzâh?" diye sordu yaşlı adam. Eğilmekten tutulan belini umursamaksızın hararetli bir şekilde yerleri siliyordu. Onu üzüntüyle izlerken kafasını salladı genç kız. O sırada yorgun bakışları duvardaki büyük saate takıldı. Gidip uyuyabilmesi için yaklaşık dört saat daha çalışması lazımdı.
Yaşlı adam sızlanarak doğruldu, nasır tutan elleriyle kırışmış alnında biriken terleri sildi. "O zaman mutfağa geç ve bulaşıklara bak. Ayfer yetişemiyor, dağ gibi olmuştur şimdi."
Bir şey söylemeksizin tezgâhın arkasına dolanan genç kız aralık kapıdan içeriye süzüldü. Mekânın karanlık ve kasvetli havasına karşın mutfak ışıkları gözlerini alacak raddede parlaktı. İçeride Ayfer'le baş başa kalmasının verdiği rahatlıkla saçlarını terleten şapkasından kurtuldu ve siyah saçlarını omuzlarına saldı. Onu tıpkı bir erkek gibi gösteren geniş, siyah gömleğin kollarını sıvar sıvamaz ellerine geçirdiği eldivenlerle ve boynuna astığı önlükle bulaşıklara girişti.
Dalgın bir şekilde bulaşıkları yıkayan Ayfer çirkin sesiyle şarkı söylüyordu, Berzâh'ın içeri girdiğini fark edememişti. Genç kızı birdenbire burnunun dibinde görmenin verdiği panikle sıçradı. "Ses versene kız! Ödümü kopardın!"
"Buradayım işte." Sesi fazlasıyla bitkin çıkmıştı Berzâh'ın. Yorgun düşüyordu zayıf bedeni. Tüm arkadaşları uyurken o çalışıyordu geceleri. Bu nasıl bir adaletsizlikti? Hazırlandığı üniversite sınavı sebebiyle gündüzleri vaktinin tümünü okulda öldürüyor ve deliler gibi test çözüyordu. Sınava az bir zaman kalmıştı, üniversiteyi kazanmaktan ve bu şehirden kaçıp gitmekten başka bir seçeneği yoktu.
"Vah, vah..." Hayıflandı Ayfer. Göz ucuyla genç kızın bitkin yüzünü süzerken dudaklarında acıyan bir tebessüm gezindi. "Senin iyice betin benzin solmuş. Elimizde kalmasan bari."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HÜKÜMRAN
Teen Fiction"Gitmek mi istiyorsun?" diye sordu. "Evet," dedim. "Gözlerime bak," dedi. Baktım. Ve saatler sonra bakışlarında ilk kez, ufacık bir ihtimalle cebelleşen şüpheyi gördüm. "Ben sana her şeyimsin dedim. Ama sen hiçbir şeyimmişsin." Artık yapabilecek hi...