Sezen Aksu - Küçüğüm
HÜKÜMRAN
13
"T U Z A K"
Gırtlağıma bir bıçak gibi dayanmış acıları, bileğinden keserek idam emrini vermiştim bu gece. Çünkü bazı acılar çığlıkla susturulmaz, öfkeyle kusulmaz, gözyaşıyla akıtılmazdı. Ben ağlayabilen bir kız değildim. Çığlıklarım kimsenin duyamayacağı kadar sessiz, ucu kör bir kılıçtan ibaret öfkem, kimsenin canını yakamayacak kadar etkisizdi. Bu yüzden uzun zamandır hiç yapmadığım bir şeyi yapmış, şarkılar söylemiştim bu gece. Yine de hiç kimse, bir şarkı nakaratında aslında kendimi anlattığımı bilmeyecekti.
"Küçüğüm, daha çok küçüğüm..."
Dudaklarımdaki son şarkı da sustuğunda, arkama bile bakmadan indiğim sahneden hızla uzaklaştım. Ne ardımdan yükselen alkış seslerini duyuyordum, ne de sahne ekibinin söylediklerini. İçimde bir an önce buradan uzaklaşmam gerektiğini haykıran bir ses vardı. Ve hâlâ aklım almıyordu. Nasıl büyük bir cesaretle sahneye çıkabilmiş ve onun delici bakışları üzerimden ayrılmazken umursamazca şarkı söyleyebilmiştim?
Dilim sustuğu an cesaretim terk etmişti beni, şimdi sadece korku vardı.
Çünkü bana, sanki o sahnede şarkı söylemek yerine mekânını ateşe veriyormuşum gibi korkunç bakışlar atmıştı. Gece boyu üzerimden ayrılmayan fevri bakışlarında, beni oradan oraya savuracağını ima eden uğultulu rüzgârlar vardı. Ya da bu zihnimin ürettiği saçma bir düşünceydi... Bilmiyordum. Bir yaprak gibi oradan oraya savrulmaktan korkmuyordum, ben buna alışkındım. Korktuğum tek şey hak etmediğim şekilde suçlanmaktı, buna bir türlü alışamamıştım.
Aybars'ın garsonluk yapmama bile izin vermediği mekânında şarkı söylemiştim. Kulağa fazlasıyla çılgın geliyordu. Bu durumun onu öfkelendirdiğini biliyordum. Korktuğum için benimle alay eden iç sesimi umursamadım ve ağırlığımı taşıyamıyormuş gibi titreyen bacaklarıma aldırmadan hızla yürümeye devam ettim. Yürürken kafamı yerden kaldırmadım, koca bir kalabalığın gözü üzerimde değilmişçesine oradan tamamen uzaklaştım.
O, neredeydi bilmiyordum. Şarkının son kısmını söylemeden önce gözlerimi kapatmıştım. Araladığımda yoktu, oturduğu sandalye boştu ve ben sahne ayaklarımın altından çekilmiş gibi boşlukta hissetmiştim. Telaşın ele geçirdiği düşüncelerim zihnimin duvarlarına çarpıp duruyordu. Aslında o sahneye hiç çıkmamalı, o şarkıları hiç söylememeliydim.
Restoranın zemin katındaki kalabalığın içinden sıyrılıp asansörün önüne geldim ve tırnaklarımı avuçlarıma saplayarak bekledim. Her an onu görecekmişim korkusuyla kafamı yerden kaldıramadığım saniyeler, saatler sürüyormuş gibi azap veriyordu. Asansörün geldiğini haber veren sesin ardından kapılar iki yana açıldı, hızla içeriye dalıp asansörün son kat düğmesine bastım. Buraya gelirken giydiğim tişört ve kot pantolon onun odasında duruyordu. Bir an önce üzerimdeki elbiseden kurtulup eski Berzâh olmalıydım, çünkü şu an aynada gördüğüm kadın ben değildim. Hiçbir zaman da zaman olmayacaktım.
Şarkı söylemeyi seviyordum ama sahneler benlik değildi, ben bu işin erbabı değildim.
Asansör kapanmak üzereyken araya giren siyah bir ayakkabı, kapıların tekrar açılmasına neden oldu. Sırtım kapıya dönük olsa da asansörün aynasından içeri girenin o olduğunu gördüm. Aybars. Beni sıkıştırmak için kuytu bir köşe seçeceğini elbette biliyordum, yanılmamıştım da. Ürkek bir tavırla arkamı döndüğümde onunla burun buruna geldim fakat gözlerine bakamadım. Onun gözlerine her baktığımda kendimi suçlu hissetmeye öyle çok alışmıştım ki... Kendime bunun için de kızacaktım, neden suçsuz olduğum halde suçlu gibi hissedip bir korkak gibi davranıyordum ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HÜKÜMRAN
Jugendliteratur"Gitmek mi istiyorsun?" diye sordu. "Evet," dedim. "Gözlerime bak," dedi. Baktım. Ve saatler sonra bakışlarında ilk kez, ufacık bir ihtimalle cebelleşen şüpheyi gördüm. "Ben sana her şeyimsin dedim. Ama sen hiçbir şeyimmişsin." Artık yapabilecek hi...