IX | m ü r a i

122K 9.1K 7.2K
                                    




Shamrain - No one remembers, you name
Şebnem Ferah - Küllerinden


HÜKÜMRAN

9

"MÜRAİ"


Yakıp yıkacak çaresizliğimi, iki kaburgamın arasında büyüyen o şiddetli yangın. İnkârlar paralamak boş, bilirim! Bizler asla sevilmeyen kadınlarıyız bu kahrolası asrın.

Bir zamanlar ait olduğum yere zamansızca dönüyordum. Aslında, hiçbir zaman ait olamadığım. Tamı tamına dört yıldır uzak kaldığım kente, kapısının önünde oyunlar oynadığım sıvası dökük eve... Ne zaman bir tokat yesem babamdan, çıkıp ağladığım arnavut kaldırımlara, çocukluğumun geçtiği sokaklara, okula gitmek için tırmandığım dik yokuşlara, her sabah sıcak ekmek almak için girdiğim fırına...

Çehresi tanıdık caddeler gözlerime değmeye başladıkça, ateşten bir mızrağın ucu anılarıma dayanıyordu. Kanatıyordu, kanatabildiği kadar kanatıyordu. Ne çok çaresiz kalmışız sayamıyordum, ne çok çıkışsız kalmış ama bir yol bulamamışız... Kaderimiz hiçbir zaman değişmiyordu. Babasının sevmediği kız çocuklarıydık biz, bir başkası da sevmiyordu.

On yedi yılımın yitip gittiği mahalleye yaklaştıkça içimdeki sancılı his büyüdü. Bir günüm oradan ayrı geçmemişti fakat sokaklarından geçmeyeli uzun zaman olmuştu. Belki avuç içi kadar küçük bir yerdi orası. Üç beş sokaktan, bilmem kaç evden ibaretti. Ama on yedi yaşına kadar aldığı her nefesi o sokaklarda geçiren bir kız çocuğu için, dünya oradan ibaretti.

Hem cenneti tattırmıştı bana o dünya, hem de cehennemi.

Sahi, annemin pencerelerine çiçekler dizdiği o evde kimler yaşıyordu şimdi? Annemin son nefesini verdiği o odada kimler uyuyordu? Ablam bir zamanlar evimizin olduğu sokaktan nasıl geçebiliyordu? Yediği her darbede, annemin yaşadıkları hatırına geldiğinde... Nasıl nefes almaya devam ediyordu?

Tüm bunları düşündükçe, aklım yerinden çıkacakmış gibi hissediyordum.

Hiç kimse, sonsuza kadar terk etmezdi hatıralarının gömülü olduğu şehri. Ben de geri dönüyordum. Ağlayamamanın yoksunluğuyla hırpalanan gözlerimle camın ardını izledim bir süre. Sokaklar tanıdık gelmeye başladıkça, içimdeki sarsıntı da şiddetini artırdı. Yumruklarımı sıktım. Avuç içlerime batan tırnaklarım canımı yakıyordu. Lakin mühim değildi. Hiçbir fiziksel acı, yüreğimdeki acıyla boy ölçüşemezdi.

Timur'a güvenmiş ve onun arabasına binmiştim. Bunu yaparken içimde az da olsa bir şüphe vardı ama Timur güvenimi boşa çıkarmamıştı. Aybars'ı karşısına almayı göze alarak, ablam için benimle yola düşmüştü. Ona minnettardım. Ve ona olan minnet borçlarım gittikçe çoğalıyordu. İlk başta inanmak istesem de o iyi biriydi. O, gerçekten iyi biriydi.

"Daha iyi misin?" diye sorduğunda, aramızda dakikalardan beri süregelen sessizliği usulca dağıttı Timur. "Hâlâ çok solgun görünüyorsun. Biraz rahatla."

Benim için endişe ediyordu lakin ona iyi olduğumu izah edemeyecek kadar bitik durumdaydım şu an. Bakışlarımı camdan uzaklaştırırken sadece kafamı salladım. Timur tek elini direksiyondan çekip, baş parmağıyla arka koltuğu işaret etti. "Koltukta su olmalı, iç ve sakinleş."

Evet, buna ihtiyacım vardı. Nefes alışverişlerim seyrinden sapmıştı. Her zaman cebimde taşıdığım küçük astım ilacımdan yardım almıştım ama kendime gelememiştim. Eğilip arka koltukta duran cam şişeye uzandım ve hiç açılmamış kapağını açarak şişeden birkaç yudum su içtim.

HÜKÜMRAN Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin