Bu bölümü sırasıyla Bulut ve Batuhan anlatacak.
Unutmadan, şimdi için söylemiyorum ama genel olarak bölümlere bazı ufak detaylar sıkıştırıyorum. Hepsi ileride karşınıza çıkacak. Küçük bir tavsiye, isimleri aklınızda tutun.
Multimedia'da Batuhan gifi var. Bölüm parçası da Adele-Skyfall. İyi okumalar! :)
Bulut
Son konuşmamızdan sonra cevap vermemi bile beklemeden çekip gitmişti aptal kız. Hem izin istiyordu hem cevabımı dinlemiyordu. Gerçi haklı sayılabilirdi, öylece kalakalmıştım. Şaşkınlığımı evet olarak yorumlamıştı büyük ihtimal.
Açıkçası ben de ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. Eğer beklese tersleyecektim muhtemelen, her zaman yaptığım gibi. Kimsenin anlamaya çalışmadığı ufak bir çocuk gibi hissetmiştim kendimi, söyledikleri beni yıllar öncesine taşımıştı sanki.
Hayatım boyunca birinin beni anlamaya çalışmasını geçtim, kazara anlayan bile olmamıştı. Şimdi de durum aynıydı, insanlar benimle takılmak istiyordu ama ne düşünüp ne hissettiğim çoğunun umurunda bile değildi. Bir tek Batuhan çözmüştü beni bugüne kadar, bir tek o önemserdi nasıl hissettiğimi. Kardeş işte, ne şekilde olursa olsun.
Şimdi bu kendini akıllı sanan saf kız çıkmış beni anlamaya çalıştığını söylüyordu, çocuk oyuncağıymış gibi. Bir de şu kibar tavırları yok mu, tamamen sinirlerimi bozuyordu. Böyle saçma saçma davranıp neyi anlayacaktı gerçekten çok merak ediyordum. Gergince tek kaşımı kaldırdığımda göz ucuyla yanımda uyuyan Irmak’a baktım. Beni hiç anlamaya çalışmış mıydı acaba?
Ne saçmalıyorum diye düşünürken sinirle yataktan kalktım. Aklıma saçma sapan şeyler sokmuştu yine. Hayatımı karıştırdığı yetmezmiş gibi aklımı da karıştırıyordu.
Üzerime bir şey almak için çekmecemi açtığımda yine o tişörtü buldum. O geceden sonra sadece bir kere giyindiğim o tişörtü. Hafifçe kavrayıp burnuma yaklaştırdığımda yine aynı şey oldu. Benim kokum. Ama değil.
Birkaç saniyelik duraksamadan sonra hızlıca tişörtü üzerime geçirip merdivenlere yöneldim. Irmak top patlasa uyanmazdı, biliyordum. İçkiyi fazla kaçırmıştı.
Mutfağa geldiğimde tek elimi karnıma götürüp dolabı açtım.
‘Dolabın ne kadar da boş. Nasıl yaşıyorsun böyle?’
Sesi dün gibi kulaklarımda yankılanırken dudaklarım hafifçe yukarı kıvrıldı. Sadece bir gece yanımda kalmıştı ama şimdi her yeri işgal etmiş gibiydi. Aptal işte. Hiçbir şey yapmadan dahi kafamı karıştırmayı başarıyordu.
Dolaptan soğuk suyun bulunduğu şişeyi aldıktan sonra kapağı açıp kenardaki sandalyeye oturdum. Şişeyi hafifçe kafama dikerken neden kafayı ona bu kadar taktığımı düşünüyordum.
Bugün onu uyardıktan ve hemen ardından saçma sapan bir teklifle karşılaştıktan sonra tüm gün dikkatle onu izlemiştim. Neredeyse her hareketini. Bir an olsun doğallığından ödün vermemişti. Gülüşü bile bir başkaydı.
Gilbert ona yaklaşmaya çalıştığında kendini geri çekip mesafesini korumuştu. Söz verdiği gibi uyarımı dikkate almıştı. Yaptığı her ne kadar hoşuma gitse de kalbimin bir tarafı ona olan sempatimi öldürmeye çalışıyordu.
İşin bir de Batuhan tarafı vardı tabi. Batuhan için fazla önemliydi, içten içe hissediyordum bunu. Belki de o yüzden onu korumaya çalışıyordum, yani Batuhan ona değer verdiği için.
İç sesim ‘yalan’ diye bağırırken başıma giren ağrıyla kendimi daha kötü hissetmeye başladım. Bir müddet mutfağın fayanslarını inceledikten sonra telefonu elime aldım ve kafamı dağıtacağına emin olduğum tek kişiyi aradım.
Batuhan
Telefonun titremesiyle uyuyakaldığım koltukta doğruldum ve telefonu bulmak için minderlerin arasında bakmaya başladım. Bulduğumdaysa yüzümde zafer dolu bir gülümsemeyle cevapla tuşuna bastım.
“Hiç açmasaydın” dediğinde her zamanki soğuk tonunda konuşuyordu. Ne zaman bir şeyi kafasına taksa güya dertleşmek için beni arar, sonrasında da azarlardı. Nitekim şimdi de aynı sahneyi yaşıyorduk. Bu kez uzatmasına izin vermeyecektim, zaten uykuluydum.
“Sana geliyorum, evde misin?” derken hafifçe esnedim.
“Evdeyim ama gelme” dediğinde Irmak’ın evde olduğunu net bir şekilde anlamıştım. Uzun süredir böyleydi Bulut. İçinde eksik olan bir şeyleri tamamlamak için kendini karıya kıza veriyordu. Her ne kadar karışmaya hakkım olmasa da sinirleniyordum. Düzgün bir hayat yaşamaya ihtiyacı vardı, bu tür şeyler onu hiçbir zaman gerçekten mutlu etmeyecekti.
Ben söylemekten bıkmıştım, o ısrarla anlamamaya devam ediyordu. Belki de anlıyordu ama böylesi işine geliyordu, bilmiyordum.
Telefondaki kısa sessizlik söylemek isteyip de sustuklarımın tercümesiydi bir bakıma. Rahatsız olmuş olacak ki hafifçe öksürdü.
“Yarın akşam ne giyeceksin?” dediğinde kafileyle birlikte gece kulübüne gideceğimizi tamamen unutmuştum. Sahi, ne giyecektim?
Cevap vermemi beklemeden “benden bir şeyler bakarız” dedi. Gülerek teşekkür ettiğimdeyse yüzündeki o kimseye göstermediği sıcak gülümsemeyi rahatlıkla kafamda canlandırdım.
Yaklaşık bir dakika kadar ikimiz de konuşmadık. Cidden hayra alamet değildi bu durum. Bir süre daha sabredip konuşmasını bekledim. İlla dökecekti eteğindeki taşları.
“Pelin senin için ne kadar önemli?” dediğinde kafamdaki tüm tahminler yerle bir olmuştu. Adını duymak son olanları anımsamama neden olup içimi acıtırken hafifçe yutkundum.
“Mutlu olmasını istiyorum” dedim aradığı cevabın bu olmadığını bilerek.
“Yani?” dediğinde onu kendi sorusuyla vurmaya karar verdim.
“Peki senin için ne kadar önemli?”
Her ne kadar yüzünü göremesem de afalladığını tahmin edebiliyordum. Tamam, hiç bahsi geçmemişti ama aptal da değildim. Hafiften Pelin’e ilgi duyduğu belliydi ama okuldaki çoğu erkek için geçerli olan bir durumdu bu, önemsememiştim o yüzden.
Bu kez sessizlik her zamankinden daha uzun sürdü.
“Ben de mutlu olsun isterim herhalde” dedi en sonunda.
İkimiz de konuşmanın ciddiye gittiğinin farkındaydık. Tekrar bir sessizlik üzerimize çökerken tüm dengeleri alt üst edeceğini bildiğim o cevabı verdim.
“Bırakalım istediğiyle mutlu olsun o halde”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mum Işığı 1 : İstanbul
Teen FictionPelin İzmir'de yaşayan yarı Alman yarı Türk bir kızdır. Dedesiyle büyümüş, ne intihar eden annesini ne de Alman babasını tanıyabilmiştir. Bir gün başarısının fark edilmesiyle İstanbul'daki saygın liselerden birinden burs kazanır ve hayatı değişir. K...