Ara için özür diliyorum ama kelimenin tam anlamıyla başımı kaşıyacak vaktim yoktu. Yine de okumayı ve takip etmeyi bırakmadığınız için çok teşekkür ederim.
Hızımı alamadım aslında daha da yazıyordum ama bir sonraki bölümlere kalsın dedim. Sıkı tutunun, bilinmeyen şeyler gün yüzüne çıkacak.
Bölüm parçası Little Talks. Multimediamız da Pelin :))
İyi okumalar!!
Bulut
Perdenin arasından sızan güneş ışığıyla gözümü açtığımda yanımda olmadığını fark ederek huzursuzlandım. Üzerimdeki uykulu hali atmaya çalışarak hızla koltuktan kalkıp çevreme bakındım. Niye bu kadar panik oluyordum ki, abartacak bir şey yoktu. Sonuçta benim evimdeydik, bir şey olmuş olamazdı. Yine de elimde değildi. Bir an önce neler döndüğünü öğrenmeden içim rahat etmeyecekti.
İçgüdüsel bir şekilde mutfağa girdiğimde masayı hazırlarken buldum onu. Bu saatte canı nasıl yemek istiyordu cidden anlamak zordu.
“Günaydın” dediğinde yine o karşı koyamadığım gülüşünü yerleştirdi yüzüne ve kaldığı yerden devam etti işine.
“Sabah sabah beni bırakıp neden böyle şeylerle uğraşıyorsun?” dedim fazla huysuz olduğumun farkına vararak. Cümlemi bitirmemle yüzündeki o güzel gülümseme yavaşça silindi.
“İçimden geldi” dediğinde kırgınlığını saklamaya çalıştı.
“Ben kahvaltı etmem” cevabını verdiğimde hala huysuzluğumdan kurtulamamıştım. Tamam, ona zarar gelme ihtimali canımı sıkıyordu ama şu an kırılmasının sebebi bendim. Bazen fazla bencil olabiliyordum gerçekten.
Bakışlarını yere indirdiğinde içimde çoğalan pişmanlığa engel olamayıp yanına yaklaştım ve yavaşça sarıldım.
“Özür dilerim. Günümde değilim”
Cevap vermedi. Birkaç saniye sonra yavaşça kendini geri çekti ve gülümsemeye çalışarak sandalyeyi çekti.
“Hadi bir şeyler atıştıralım da yazık olmasın”
Uyku modumdan tamamen çıkmış bir şekilde düşünmeden masaya oturdum ve daha önce gözümden kaçan bir ayrıntıyı fark ettim. Büyük bir ayrıntı.
Dolapta doğru düzgün yiyecek olmadığı halde kahvaltıyı nasıl hazırladığını nedense hiç sormamıştım kendime. Aklıma bile gelmemişti. Masadaki kahvaltılıklara baktım tek kaşımı kaldırarak.
“Bunları nereden buldun?” dediğimde sesim buz gibiydi.
“Marketten gidip aldım” dedi bendeki ani değişikliğe şaşırdığını fazlasıyla belli eden o klasik yüz ifadesiyle. Ben de farkındaydım ama bu durumda kendime hakim olmam gerçekten zordu.
“Sabahın bu saatinde tek başına markete mi gittin?” dedim sinirle ayağa kalkarak. Evimin çevresi fazlasıyla sakindi üstelik. Biri bir şey yapsa kimsenin ruhu duymazdı.
“Evet ne var bunda?” dediğinde sesi beklediğimden sinirli çıkıyordu. Elimi saçlarımın arasına daldırıp sakinleşmeyi bekledim. Mantıklı düşünemiyordum.
“Ben seni düşünüp birlikte güzel zaman geçirelim diye uğraşıyorum ama sen..” dediğinde sesi öfkesine yenik düşüp boğuklaştı. “Sen gözünü açar açmaz beni terslemeye başlıyorsun. Masayı burada bırakıyorum, istediğini yap. Ben yurda gidiyorum.”
Dolan gözlerini saklamaya çalışarak hızla yerinden kalktığında daha da kötü hissettim.
“Hayır, dur. Tek gitme” dediğimde fazlasıyla saçmalıyordum. Ağzından çıkan hayret ifadesiyle mutfağın kapısında durdu ve aniden bana döndü. Tamam, kendime gelmem şart olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mum Işığı 1 : İstanbul
Ficção AdolescentePelin İzmir'de yaşayan yarı Alman yarı Türk bir kızdır. Dedesiyle büyümüş, ne intihar eden annesini ne de Alman babasını tanıyabilmiştir. Bir gün başarısının fark edilmesiyle İstanbul'daki saygın liselerden birinden burs kazanır ve hayatı değişir. K...