Attığımız adımları sayarken sessiz sessiz yürüyorduk. Arada bir bana bakışlarını hissediyordum ama görmezden geliyordum. Benden bir şeyler söylememi bekliyordu ama sorun da buydu, nereden başlayacağımı bilmiyordum.
Önüme bakmaya devam ettiğimde bir şey söylemeden önüme geçti ve adımlarıma uyum sağlayarak yüzü bana dönük geri geri yürümeye başladı. Hareketi beni şaşırtırken kafamı kaldırıp samimi ifadesine baktım. Durumu biraz dalgaya alıyordu ve bu da onu daha sevimli yapıyordu. İçinde bulunduğum durumu bir an olsun unutarak hafiften sırıttım. Gerçekten komikti bu çocuk. Bu okul için fazlaydı. Sahi nereden çıkmıştı ki birden? O benden bir şeyler anlatmamı bekliyordu ama benim de ona sormam gereken şeyler vardı. Sonuçta henüz adından başka bir şey bilmiyordum. Teknik olarak yan yana yürüyen iki yabancı sayılırdık. Ahh pardon. Karşı karşıya..
Dudaklarımı birbirine bastırıp gülümsememi sonlandırırken sevimli bir şekilde tek kaşını kaldırdı.
"E hadi ama merak ettim ne olduğunu" dedi zaten iri olan gözlerini büyüterek.
"Ama yurda geldik ve bilmem farkında mısın ama adından başka hiçbir şey bilmiyorum." dediğimde "Ben de senin adından başka bir şey bilmiyorum" dedi kısaca.
Hmm. Yani evet aslında.
Benden ses gelmediğini fark edince durakladı, otomatik olarak ben de durdum.
"Hadi sahile doğru gidelim, soracağın sorun varsa orada sorarsın. Hem temiz hava iyi gelir" dedi cevap vermeme fırsat bile vermeden beni sürükleyerek. İtiraz etmedim. Fazla oyalanmazdım, biraz kendime gelmeye ihtiyacım vardı. Hazal'a da mesaj atıp..
AH! Aptaldım. Telefonum soyunma odasında kalmıştı, aklıma bile gelmemişti. Burası yaramamıştı bana, gittikçe daha unutkan oluyordum.
"Çağrı.." dediğimde önceki ifadesinin aksine ciddiyetle bana döndü. "Telefonumu okulda unuttum da, mümkünse senden bir arkadaşıma mesaj atabilir miyim?" dedim bir solukta.
"Tabi" dediğinde telefonunu cebinden çıkarıp bana uzattı.
Yazacağım mesajı kafamda tasarlarken bir yandan ana ekrandaki resmi inceliyordum. Gökyüzündeki yıldızlara bakan çocuklar vardı resimde. Tonlar insanı resmin içine çekiyordu sanki.
Fazla oyalanmadan mesaj bölümünü açtım ve yeni mesaj imgesine tıkladım.
"Ben Pelin. Telefonumu okulda unutmuşum. En geç bir saate yurtta olurum. Her şeyi anlatacağım. Beni merak etmeyin."
Tam gönder tuşuna basacakken numarayı girmediğimi hatırladım. Kahretsin. Bir de numarayı hatırlamak vardı.
Kaşlarımı çatmış bir şekilde telefona bakarken bakışları üzerimdeydi. Sonu 24 müydü yoksa 14 mü? Tabi 536 mı 538 mi ile başladığı da zihnimde muaammaydı.
"Yardım lazım mı?" dediğinde yanaklarımı şişirerek ona baktım.
"Birden çok mesaj gönderebilir miyim?" dediğimde kafa salladı. Onayı alır almaz mesajda adımın geçtiği cümleyi yok ettim ve mesajı dört farklı numaraya attım. İlla biri doğru çıkardı.
Telefonu Çağrı'ya teslim ettikten sonra bir yandan yürüyüp bir yandan onu izlemeye başladım. Sakin bir şekilde telefonu ceketinin cebine koydu ve bakışlarıma karşılık verdi. Sanırım artık konuşmam gerekiyordu.
"Kaç yaşındasın?" dediğimde "Kaç gösteriyorum?" dedi.
"Soruya soruyla karşılık veriyorsun" dediğimde kurnazca gülümsedi. "19 yaşındayım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mum Işığı 1 : İstanbul
Teen FictionPelin İzmir'de yaşayan yarı Alman yarı Türk bir kızdır. Dedesiyle büyümüş, ne intihar eden annesini ne de Alman babasını tanıyabilmiştir. Bir gün başarısının fark edilmesiyle İstanbul'daki saygın liselerden birinden burs kazanır ve hayatı değişir. K...