Part 17

82.2K 4.6K 115
                                    

Haftaya pazar İngiltere'ye gidiyorum, iki ay yokum. Gitmeden elimden geldiğimce paylaşacağım, okunma sayısına göre orada da yazabilirim. İyi okumalar!

Kafamda milyonlarca düşünceyle okula geldiğimde silkinip kendime geldim. Batuhan’ı bulmalı, onunla konuşmalıydım. Başka türlü gitmeyecekti göğsümdeki bu ağırlık ve tabi suçluluk duygusu.

Adımlarımı hızlandırırken kendimi onun yerine koymayı denedim ve birden nefesim kesildi. Çok üzmüştüm onu. Derin bir nefes alıp kalp atışlarımı düzenlemeye çalıştığımda çoktan sınıfının kapısındaydım.

Meraklı gözler beni süzerken fısıltılar başladı. Kararlıydım, hiçbirini duymayacaktım. Önceliğim Batuhan’dı ve onunla konuşmak zorundaydım. Bulut’tan önce ben açıklama yapmalıydım, aramıza kimse girmemeliydi.

Kapıdan içeri bakıp sınıfta olmadığını fark ettiğimde stresim bir kat daha arttı. Tam arkamı dönüp merdivenlere yönelecekken birine çarptım.

“Dikkatli ol” dediğinde çarptığım kişinin Mete olduğunu fark ettim. Onun da bakışları herkeste olduğu gibi merak doluydu.

“Afedersin” diyip merdivenlere ilerlediğimde niyetimi anlamış gibi arkamdan seslendi.

“Batuhan bugün gelmeyecek.”

Bir anlık duraksamadan sonra arkamı dönmeden merdivenlerden indim. İnsanlar hakkımda ne düşünüyordu kim bilir. Üzerimdeki bakışlar her saniye beni daha fazla rahatsız ederken sınıfa gittim ve sırama oturdum.

Mantıklı düşünmeliydim, konuşsam beni anlardı. Emindim anlayacağından. Her ne kadar kırgınlığını tamamen gideremesem de biraz olsun gönlünü alabilirdim. Ah bir de o ukala karışmasaydı işin içine.

Sinirli bir hareketle çantamdan telefonumu çıkardım ve mesajlara girdim. Alıcıya Batuhan’ı seçtikten sonra bir müddet ne yazsam diye düşündüm.

“Olaylar düşündüğün gibi değil, çok zor bir gece geçirdim, lütfen açıklamama izin ver. Bir an önce görüşmeliyiz. Her şey için gerçekten özür dilerim.”

Yazıp bitirdikten sonra birkaç kez daha okudum. Tamamdı işte, söylenebilecek her şeyi söylemiştim. Geriye bir tek yüz yüze konuşmak kalmıştı. Kararımı değiştirmeden bir an önce gönder tuşuna bastım ve telefonu sıramın üzerine bıraktım.

Gözüm telefonda ne kadar süre cevap bekledim bilmiyorum. Ders bittiğinde hala umutsuzca telefona bakıyordum. Hayır, hala cevap yoktu. Gerçekten kırılmıştı belli ki.

Derse girmeden önce biraz hava almam gerektiğine karar verdiğimde telefon hala elimdeydi. Belli mi olurdu, belki cevap atardı.

Özge ve Hazal’ı bulurum umuduyla sınıftan çıkıp bahçeye doğru yürüdüm. Tahmin ettiğim gibi banklardan birinde oturuyorlardı ve Özge hararetli bir şekilde bir şeyler anlatıyordu.

Merakla yanlarına doğru yürüdüğümde bir an sustular. Hazal yana kayıp bana yer açtığında ifadesiz bir şekilde yanlarına oturdum.

Tereddüt dolu klasik bakışmalarını yaptıklarında bir şey olduğunu anında anladım. Soru dolan gözlerle onlara baktığımdaysa Hazal dayanamayıp baklayı ağzından çıkardı.

“Bulut’u gördün mü?”

Hayır anlamında kafamı salladığımda içimdeki merak duygusunu dizginleyemiyordum.

“Ne olmuş ona?”

Hafifçe yutkunup söylemeye hazırlanıyordu ki okulun kapısında Bulut’u gördüm. Fazlasıyla gergin gözüküyordu, biraz daha yaklaştığındaysa dudağının kenarının kanadığını gördüm. Lanet olsun, işler çığırından çıkmıştı işte.

Bulut biraz daha yaklaştığında endişeyle ayağa kalktım. Gerçekten kötü gözüküyordu.

Beni gördüğünde yavaşlamak bir yana, daha da hızlandı. Tam yanımdan yürüyüp geçerken yüzüme bile bakmadı.

İçimde bir şeylerin parçalandığını hissederken gözlerim doldu. Dün gece kollarında uyuduğum insan bugün sıradan bir yabancıydı. Kınayıcı bakışlar artarken Hazal elimden tuttu ve beni yanlarına oturttu.

“Bulut’a aldırma, kimseyi umursamaz. Sakın üzerine alınma”

Bu sözler beni teselli edeceğine daha çok canımı acıttı. Belki tamamen farklı biri olduğuna inandığımdandı, ben de bilmiyordum.

Gözyaşlarıma hakim olmaya çalışırken telefonumun titremesiyle irkildim.

“Okul çıkışında Limon’a gel.”

Mesajı okuduktan sonra telefonu cebime koydum.

En azından Batuhan'ı kaybetmeyecektim.

Mum Işığı 1 : İstanbulHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin