Part 40

76.1K 3.9K 97
                                    

Bu kez arayı kısa tutuyorum çünkü bugün eve erken döndüm ve yarın pazar istediğim kadar uyuyabilirim sanıyorum. Bu bölümle romantizme kaldığımız yerden devam edelim istedim açıkçası. Pelinle Bulut'un ilerleyen dönemlerde yüzleşmeleri gereken fazlasıyla şey olacak, bırakalım biraz mutlu olsunlar :)

Normalde daha da uzun yazabilirdim ama erken eklemek istedim, biraz da o yüzden. Yorumlarınız aşırı hoşuma gidiyor, her yoruma açığım. Hepinize cevap veriyorum gördüğünüz gibi. 

Multimedia Bulut, bir göz atarsanız Pelin'in o an nasıl hissettiğini daha iyi anlarsınız, empati kurma açısından :D. Bölüm parçamız Imagine Dragons - Demons. Sözleriyle birlikte olanı ekledim, özellikle nakarat kısmının aralarındaki ilişkiye ne kadar uygun olduğunu söylemiyorum bile. Dinlerken aşırı etkilendim.

Odasına girdiğimizde yastığın altından tişörtünü çıkarıp tek kelime etmeden bana attı. Ardından çekmecesini açıp kendine bir şeyler bakmaya başladı.

Yine aynı tişörtü vermişti işte. Allak bullak olmuş bir şekilde tişörte bakarken hiç düşünmeden aklımdan geçen ilk şeyleri söyledim.

“Hiç yıkamıyor musun bunu?” dediğimde yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Göz ucuyla bana baktıktan sonra birden ciddileşti ve çekmecesindeki derin arayışına devam etti. Tamam alakasız bir soru sorduğumun ben de farkındaydım ama saat geçti ve doğal olarak uykuluydum. Tabi umurunda değildi, hoşuna gidiyordu dalga geçmek. Ukala.

Birkaç adım atıp tişörtü yatağın üzerine bıraktım.

“Bu kez üstümdekiler ıslak değil, yurtta kalsam da bunlarla uyuyacaktım zaten”

Cümlemi bitirmemle çekmecesindeki arayışına son verdi ve elindeki birkaç parça kıyafeti yatağın üzerine bıraktı. Ardından tişörtü alıp bana yaklaştı.

“Ama bunun favori kıyafetin olduğunu sanıyordum” dediğinde gözlerinin içi gülüyordu. Ukalaydı ama karşı konulmaz bir yönü vardı, bu kadar kızın neden peşinden koştuğunu anlamak hiç de zor değildi. Cazibesine karşı koymaya çalışarak ciddi bir ifadeye büründüm ve ciddi bir şekilde tek kaşımı kaldırdım.

İfadem onu ciddileştireceğine daha fazla gülümsetti. Yine bir şeyleri saklayamamıştım kesin. Bazen gerçekten merak ediyordum düşündüklerimin ne kadarını anlıyor diye. Ciddiyetten şaşkınlığa dönen gözlerle bakmaya devam ederken o güzel gülümsemesini bir an olsun yüzünden silmedi.

“Ben giyeyim o zaman, yazık olmasın”

“İstediğini yapabilirsin, senin sonuçta” dedim umarsız gözükmeye çalışarak. ‘Yani’ anlamında bir yüz ifadesine bürünerek yatağın üzerine bıraktığı şeyleri alıp çekmecesine koydu. Ardından hiç düşünmeden üstündeki kazağı çıkardı.

Yüzüme hücum eden kanla birlikte “ben seni aşağıda bekleyeyim” diye mırıldandım. Şayet bakışlarıma engel olamayıp rezil olmak istemiyordum.

“Alış artık, sevgilimsin sonuçta” dediğinde bacaklarımın uyuştuğunu hissettim. Gitmek istedim, gerçekten istedim ama hareket edemedim. Ne kadar kolay söylemişti öyle?

Tişörtü eline aldı ama giyinmedi. Onun yerine bana doğru birkaç adım attı ve aramızdaki mesafeyi kapattı.

“Alışman için böyle mi dolaşsam?”

Doğru duyup duymadığıma emin olmak için birkaç saniye düşündüm. Resmen dalga geçiyordu benimle. Aptal.

Yüzüm artık nasıl bir hale büründüyse sessizce gülmeye başladı. Cidden fazlasıyla iyi beceriyordu beni çileden çıkartmayı.

“Boş konuşma da giy şunu” dedim en sonunda söylediklerinin etkisinden çıkmaya çalışarak. Ardından elindeki tişörtü kaptım ve ellerimle giydirmeye çalıştım. Kafa kısmını geçirirken gülümsemesi kahkahaya dönüşmüştü. Çok komik değil mi. Gül sen gül.

Tişörtü kafasından geçirmeyi başardığımda tam sağ koluna uzanmıştım ki ‘daha yeteri kadar uğraşmadım seninle’ dermişçesine can alıcı hamlesini yaptı. Hızlıca yüzümü kavradı ve daha ne olduğunu anlamadan dudakları dudaklarımdaydı.

Gitmemden korkarmış gibi sert ve kesin bir şekilde kavramıştı yüzümü ama öpüşü incitmekten korkarmış gibi özenli ve yavaştı. Kaç saniye geçti gitti bilmiyorum, alnını alnıma dayadığında gözlerimi açtım ve bana kilitlenmiş bakışlarına cevap verdim.

Öyle güzel bakıyordu ki. Yine herkesten sakladığı o yüzüyle karşımdaydı işte, aramızda en ufak duvar dahi yoktu. Sadece o ve ben vardık. İkimiz. Biz.

Bir an bunu kaybetmekten korktum. Hep en kötüsünü düşünürdüm ama bu kez gerçekten farklıydı. İhtimali bile canımı yakıyordu. Evet, birbirimize çok fazla şey söylememiştik ama birbirimizi fazlasıyla hissetmiştik. Çoğu insanın deneyip de başaramadığı şeyi yapmıştık belki de. Birbirimizi anlamıştık.

Aramızdaki çekimin sıcağında eriyen buz mavisi gözleri de aynı şeyleri haykırıyordu. Gitmeni istemiyorum, sensiz kalma ihtimali bile içimi acıtıyor diyordu buz mavisi gözler. Ve rengi değişiyordu o gözlerin. Eriyordu tüm buzlar, deniz mavisiydi artık her şey.

Hafifçe saçlarımdan öpüp yarım kalan tişörtünü giyindi. Ben de derin bir nefes alıp kendimi toplamaya çalıştım.

“Hadi uyuyalım istersen, sabah erken kalkacağız”

Doğru diyordu ama ufak bir sorun vardı. Burası olmazdı. Irmak’ı ya da başka kızları getirdiği yerde uyuyamazdım.

“Burada uyumak istemiyorum” dedim basitçe. Açıklama gereği duymadım. Anlamalıydı.

Hafifçe kafasını yana eğip tek eliyle başını kaşıdı. Ardından bir bana bir de yatağa baktı. Anlamıştı, evet.

“Tamam, favori mekanımıza gidelim o zaman” dediğinde içten bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. Mutluydu gerçekten. Benim gibi.

Elimden tutup beni salona götürdüğünde tekli koltuğun üzerinde duran battaniyeyi aldı ve birlikte yastıkları düzelttik. Yaklaşık beş dakika sonraysa başım göğsünde uyumak üzereydim.

“Pelin..”

Adımı söylediğinde hafiften gözlerim açıldı.

“Şu an giyindiğim şey neden anlamlı biliyor musun?”

Sesimi çıkarmadan cevap beklermişçesine başımı kaldırdım. Tek elini alnına koymuş, tavana bakıyordu. Belli etmemeye çalışsa da hala tedirgindi.

“Paylaştığımız ilk şey olduğu için”

Ne diyebilirdim ki, sadece daha sıkı sarıldım.

Kafasına takılan şeye gelince, elbet öğrenecektim. Biraz ertelemekte sakınca yoktu ne de olsa.

Mum Işığı 1 : İstanbulHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin