FİNAL : Kader

64.5K 2.8K 604
                                    

Pelin

Her güzel şeyin sonu var mıydı gerçekten?

Çağrı’nın valizini hazırlamasına yardım ederken tam olarak da bu sorunun cevabını arıyordum. İzmir’den döneli yaklaşık bir hafta olmuştu ve bir süredir kendimi bugüne hazırlıyordum.

Çünkü bugün Çağrı’nın Almanya’ya geri döneceği gündü.

“Koltuktaki kazağı unutma” dediğimde sesimin güçsüz çıkmaması için çaba sarf etmem gerekmişti. Gerçekten kötü hissediyorum ve her geçen saniye saklamak daha da zorlaşıyordu.

“Onu sırt çantama koyacağım” dedi valizin fermuarını çekerken. Hafifçe yutkunurken güçsüzlüğümü gizlemek istermişçesine kazağımın kollarını çekiştirip ellerimi kapattım. Valizi hazırlamaya başladığımızdan beri pek fazla göz teması kurmamıştık. Ama sonsuza kadar kaçamazdım, biliyordum.

“Su kaplumbağalarını ne yapacaksın?” dediğimde rahatsız edici sessizliği bir kez daha bozdum.

Yavaşça kafasını kaldırıp bir müddet şöminenin üzerinde duran kavanoza baktı.

“Artık senin sorumluluğundalar” dedi ve kahverengi gözlerini bana dikti. “Hala bir isimleri yok”

Korktuğum başıma gelmişti işte. Bir an elim ayağıma dolaşır gibi olduğunda bakışlarım şöminedeki çerçevelere kaydı.

“Resimleri burada mı bırakacaksın?”

Ne yapmaya çalıştığımı anlamış gibi hafifçe gülümsedi ve bakışlarını şöminenin raflarına çevirdi.

“Hayır, Berlin’deki evimde aynıları var. Hem taşınma gibi bir durum yok. Burası da benim evim”

Yani anlamında kafa salladım ve sert bir şekilde yutkundum. Sanki boğazımda bir şey vardı da nefes almamı engelliyordu.

Kahverengi bakışları tekrardan beni bulduğunda tatlı gülümsemesi bir an olsun yüzünden silinmemişti. Tatlı ve bir o kadar da anlamlı o gülümseme.

Tek kelime etmeden koltuğun üzerindeki kazağı aldı ve sırt çantasını açtı. Çantanın içinde ikimizin fotoğrafının olduğu çerçeveyi gördüğümde bir an nefesimi tuttum. Bir türlü soramamıştım doğum günü hediyem hakkında ne düşündüğünü ya da nereye koyduğunu. Gerek kalmamıştı. Cevabımı almıştım.

Çerçeveyi gördüğümü anlamış olacak ki “Berlin’deki evimde bundan yok” dedi hafiften ciddi bir ifadeye bürünerek. Ardından kazağı katlayıp düzenli bir şekilde sırt çantasına yerleştirdi ve fermuarı kapattı.

“Pelin..” dediğinde çoktan bana dönmüş ve bakışlarını bana çevirmişti. Yavaştan gözlerim dolar gibi oldu ama kendimi tuttum ve söyleyeceklerini dinledim.

“ALBA Berlin’den aldığım izin bu kadar. Sözleşme gereği geri dönmek zorundayım yoksa lisansım riske girecek. Sadece bilmeni istiyorum ki seni burada bırakma fikri gerçekten hoşuma gitmiyor”

“Hı – hı”

Ağzımdan çıkan tek şey bu olmuştu. Bir an ne kadar aptal olduğumu düşünüp kendime kızdım. Aklımdan binlerce şey geçerken ağzımdan çıkan tek şey basit bir hı hı olmuştu.

Gülümsedi. Söylemek istediklerimi anlarmış gibi gülümsedi. Onda en çok bunu seviyordum. Duygular kadar kelimeler de sessizce yolculuk ediyordu aramızda. Beni anlıyordu, biliyordum.

“Bulut geldi sanırım” dediğinde bakışları pencereye kilitlenmişti. “Aşağı insek iyi olur”

Bir süredir işler her zamankinden daha değişik bir şekilde gelişmeye başlamıştı. Bulut önce bariz bir şekilde hoşlanmadığı Çağrı ile birlikte yolculuk edip İzmir’e gitmiş, ardından da bugün için onu havaalanına bırakmayı teklif etmişti. Aralarında sessiz bir anlaşma varmış gibi hissediyordum. Karşılıklı saygı üzerine kurulu bir anlaşma. Tabi saygı kelimesinin ardında saklanan duyguların farkında olmamak imkansızdı. Sadece şimdilik görmezden geliyordum.

Mum Işığı 1 : İstanbulHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin