Part 32

85K 4.6K 173
                                    

Çok yoğun bir gün geçirdim, saatlerce valiz hazırlamaya çalıştım. Yarın sabah uçağıyla Londra'ya gidiyorum ve artık yeni bölümleri iki gün gibi bir arayla yayımlayabilirim. Orada internete nasıl girerim tam bilmiyorum çünkü. 

Hepinizin beklediği bölüm geldi çattı ama asıl bundan sonrası için şaşırtmayı planlıyorum :)

Multimedia'da Bulut var. Yorum ve vote eksik etmeyin :) İyi okumalar!

Soğuk suyun etkisini üzerimden atmaya çalışırken biraz kendime gelmiştim. Bu gece tüm o saçmalıkları yapan ben miydim gerçekten?

Aynaya bakarak birkaç kez kafamı salladım ama kar etmedi. Bendim işte. Rüya falan da değildi. Herkesin önünde rezil olmuştum. Neden o kadar içmiştim ki, aptal kafam.

Islak kıyafetlerimi çıkarıp kurulandığımda Bulut’un evinde olduğumu hatırlayıp bir garip hissettim. İkinci kez buradayım ve ikinci kez ıslaktım. Nasıl bir kaderdi bu?

İç çamaşırlarımı kurutmaya çalışırken kendi kendime söylenmeden edemedim. Beni doğru düzgün ciddiye bile almıyordu. Söylediklerim, düşündüklerim umurunda değildi sanki. O buz mavisi bakışları bir türlü kıramıyordum, bu da sebepsiz yere canımı acıtıyordu. En ilginci de tüm bunlara rağmen yine bir şekilde onun evindeydim.

Birlikte geçirdiğimiz geceyi hatırlayıp yanaklarım pembeleştiğinde yeterince kuruduğuna inandığım iç çamaşırlarımı üzerime geçirdim. Havluya sıkı sıkı sarılıp banyonun kapısını araladığımda Bulut’un orda olmamasını diledim.

“Hey? Orada mısın?”

Ses gelmemişti fakat kapının kolundan yere bir şey düştüğünü fark ettim. Ne olduğunu anlamak için elime aldığımdaysa tüm kanım yüzüme hücum etmiş gibi kızardım. Olabilir miydi gerçekten?

Tişörtü evirip çevirdiğimde o gece giydiğim şey olduğuna adım gibi emindim. O kadar şeyin içinden bunu seçip benim için hazırlaması tesadüf olamazdı herhalde. Bir an giyip giymeme konusunda tereddüt yaşamış olsam da başımın ağrısına yenik düştüm ve pijamayı hızlı bir şekilde üstüme geçirdim.

Ağır adımlarla merdivenlerden inerken bir yandan da etrafı inceliyordum. Ne bir resim ne bir tablo. Tek başına yaşaması yetmezmiş gibi anımsamak isteyeceği kimse yoktu hayatında. Evet, kızıyordum ona fakat içten içe üzülmeden de edemiyordum.

Yalnızdı. Fazla yalnız.

Mutfağın kapısından kafasını uzatıp “geldin mi?” dediğinde çoktan salondaydım. Cevap vermek yerine yaptıklarımdan dolayı duyduğum utancı gizlemeye çalışarak yanına gittim.

İçeri girdiğimde ocağın başında kahve yaptığını fark ettim. Hayretler içinde gözlerimi büyütürken dolabı bomboş bir insanın evinde nasıl Türk kahvesi bulunduğunu düşünüyordum.

Düşündüklerimi anlamış olacak ki “Kahveyi çok severim” dedi. Yine başlamıştık sanırım geçen seferki zihin okuma oyununa.

Bir şeyler söylemek istedim ama ne desem saçma olacaktı. Yüzünü görmek istemediğimi söylediğim çocuğa herkesin önünde ne anlama geldiğini kendimin de bilmediği şeyler söylemiştim. Üstelik şu an evinde, üzerimde onun tişörtüyle karşısında dikiliyordum. Tüm bunlardan ne anlam çıkardı diye düşünürken gergin bir şekilde alt dudağımı dişledim.

“Şunu iç de kendine gel. Sarhoş sarhoş hiç çekilmiyorsun” dediğinde daha fazla utanarak bakışlarımı yere indirdim. Ne dese haklıydı. Eline bu kozu ben vermiştim sonuçta. Bu kez kızmaya hakkım yoktu.

Mum Işığı 1 : İstanbulHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin