Part 21

87.7K 4.6K 161
                                    

Merak edenler için Batuhan'ın bakış açısından anlatmayı sonraya erteliyorum. Pelin ve Bulut kokan bir bölümle karşınızdayım. Multimedia'daki Bulut resmi bölümün son sahnesine ait. İyi okumalar :)

Programda olduğu gibi organizasyon grubuna yardım etmek için diğer rehberler gibi ben de spor salonuna gittim. İçeri girdiğimde kalabalık bir grupla karşılaştım. Biraz olsun rahatlamıştım, kimse varlığımı fark etmemişti.

Beden hocasının dediği gibi gelecek grubun içinde bir basket takımı da vardı. Muhtemelen Almanya’dan geleceklerdi ve bizim basket takımımızdan biriyle birlikte Alman takımla ilgilenmek bana düşüyordu. Yanıma kimi verirlerdi acaba? İçimden lütfen Batuhan olsun diye sayıklarken hocanın yanına doğru yürüdüm. Etrafa emir yağdırırken beni fark edip durakladı.

“Pelin kızım sen mi geldin? Bodrumdan birkaç süsleme lazım, gidip onları getirsen güzel olur.”

Ne zaman soru sormak istesem böyle oluyordu. Fırsat bırakmıyorlardı. Gerçekten garip bir şehirdi burası ancak bu kez sorumu yutmayacaktım.

“Hocam, Almanya’dan gelen basket takımına benimle birlikte kim rehberlik edecek?”

Bir an duraksadıktan sonra şaşkın şaşkın bana baktı. Evet, cevabını bilmem gereken bir soru sormuştum yine. Buraya alışmak fazlasıyla zordu, bilmem gereken şeyler bir türlü bitmiyordu.

“Her sene Bulut ilgilenir basket takımıyla.”

Adını duyduğumda kendimi fazlasıyla kötü hissettim. Korktuğum her şey başıma gelmeye başlamıştı, ben mi çekiyordum bütün olumsuzlukları yoksa buradaki her şeyin bana garezi mi vardı?

“Tamam, ben süslemeleri alayım” dedikten sonra gözlerimi kaçırarak arkamı döndüm ve yürümeye başladım. Hayal kırıklığımı belli etmek istemiyordum.

Tam spor salonunun kapısına geldiğimde Batuhanla karşılaştım. Gülümseyerek durdu ve tek eliyle yüzüme dökülen saçları düzeltti. Dokunuşu tenimi gıdıklarken elini çekti.

“Memnun musun yeni görevinden?” dediğinde gözlerimi devirdim. Beni biraz tanıdıysa bu işi zoraki kabul ettiğimi anlamış olmalıydı. Hafifçe kaşını kaldırarak güldü.

“Ben de öyle tahmin etmiştim.”

Gülümsemesi keyfimi yerine getirirken beden hocası ona seslendi. Muhtemelen yeni bir iş daha verecekti. Bu adam fazlasıyla düzenliydi, her şey tam tıkırında olsun istiyordu ve en ufak bir aksaklığa tahammülü yoktu. Bu yüzden herkes elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyordu.

Batuhan tam yanımdan ayrılacakken hafifçe ciddileşti.

“Bugün ile alakalı anlatmak istediğin bir şey olursa dinlerim”  dedi. Muhtemelen babamın Alman olmasından bahsediyordu, o da farkındaydı insanlara dedikodu malzemesi verdiğimin.

Buruk bir gülümsemeyle kafamı salladım. Anlayışla gülümseyerek arkasını döndü ve hocanın yanına gitti. Ben de kafamı dağıtmak için saçma bir şarkı mırıldanarak salondan çıktım.

Bodruma inerken aklımda saçma sapan düşünceler vardı. Acaba bize rehberlik yaptığımıza dair belge verecekler miydi? Verseler güzel olurdu, CV hazırlarken falan. ‘Mantıklı Pelin yine iş başında’ diye düşünerek gülümsedim.

Bodrumda bir müddet yürüdükten sonra demir bir kapıyı iterek bir odaya girdim. Hocanın bahsettiği süslemeleri fark etmem sadece birkaç saniyemi aldı. Yer yer tavana kadar üst üste yığılmış sandalyelerin arkasında bir kutunun içindeydi tüm süsler.

Biraz etrafıma bakınıp oraya nasıl geçebilirim diye düşündüm. Dört-beş sandalye çekip kendime geçecek yer açabilirdim. Ellerimi belime koyup derin bir nefes aldım. Hoca beni buraya yollarken ne düşünüyordu acaba?

 Olanca gücümle sandalyelerden birini çekmeye çalışırken duyduğum sesle bedenim buz kesti.

“Bırak ben yaparım”

Cevap vermemi beklemeden yanıma geldi ve umursamazca sandalyeleri çekmeye başladı. Yine ve yine yüzüme bakmamıştı. Hem nereden biliyordu ki burada olduğumu?

Merakımı hissetmiş olacak ki ufak bir sessizlikten sonra "hoca yardıma gönderdi" dedi.

Tek kelime etmeden bakışlarımı yüzüne diktim ve bana bakmasını bekledim. Hala umurunda değildi. Aslında ona kızmam anlamsızdı. Beni umursadığını düşünerek en büyük hatayı ben yapmıştım çünkü. Bir suçlu varsa o da bendim.

Bakışlarım hala üzerindeyken gözlerimin olduğunu fark ettim. Hayır, ağlamayacaktım. Yasaktı hem ağlamak. Gözyaşlarımın akmaması için gözlerimi hafifçe yukarı kaldırdım ve birkaç adım geriledim.

Sonrasında her şey çok hızlı gelişti. Tepedeki sandalyelerden birkaçı gürültüyle yerinden hareket etti. Dehşetle sandalyelere baktığımda Bulut hızla beni itti ve birlikte biraz öteye düştük. Tepede hareket eden sandalyeler ise bizim az önce durduğumuz yere gürültüyle düştü. Fazla şanslıydık.

Gözümü sandalyelerden çekip şoku atlatmaya çalışırken bana sarılan Bulut’u fark ettim. Tek eli başımın arkasındayken öbür eliyle omzumu kavramıştı.

Birkaç saniye ikimiz de sustuk. Gözlerini gözlerime dikip fısıltıyla “iyi misin?” dedi.

İyiydim, ucuz atlatmıştık. Orada kalsak olabilecekleri düşünmek istemiyordum. Sessizce kafa salladım.

“Sen iyi misin?” dediğimde tekrar gözlerimin dolduğunu fark ettim.

Cevap vermedi, onun yerine tek eliyle tuttuğu başımı kaldırıp göğsüne bastırdı. O da benim kadar korkmuştu belli ki. Diğer koluyla bana sıkıca sarıldığında ben de karşılık verdim.

“Şş sakın ağlama, ağlayan kızları sevmediğimi söylemiştim”

Ukala. Bu şartlarda bile çok bilmişlik taslayabiliyordu. Sanki çok umurumdaydı beni sevmesi. Belki birazcık umurumda olabilirdi. Çok az.

Kaç dakika öyle kaldık bilmiyorum. Yavaşça kendini çektiğinde hiçbir şey söylemeden ayağa kalktı. Ben ne yapacak diye merak ederken devrilen sandalyelerin arasından geçip süslerin olduğu kutuyu aldı. Ardından kapıya doğru yürüyüp kutuyu bir kenara bıraktı.

Bakışlarımı ona dikmiş bir şeyler söylemesini beklerken o sadece kapıdan çıkmak için birkaç adım attı ve durdu.

“Birbirimize iyi gelmiyoruz. Benden uzak dursan iyi edersin”

Sarf ettiği her kelime içime işlerken arkasına bile bakmadan merdivenlerden çıktı. Yine başarmıştı işte.

Canımı yakmıştı.

Mum Işığı 1 : İstanbulHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin