Part 30

88.9K 4.3K 236
                                    

Uzunca bir bölümle yine birlikteyiz. Önceden bahsettiğim gibi iki gün sonra iki aylığına İngiltere'ye gidiyorum ve bölüm yazmak benim için zorlaşacak gibi. Bir bölümü yazmak için en az üç saatimi harcıyorum ve en iyisi olması için uğraşıyorum. Gitmeden önce birkaç bölüm daha yazacağım elimde hazır olması için ama orada devam edip etmemem okunma sayısına bağlı, okunma oranı azsa takdir edersiniz ki insanın yazası kaçıyor. Sizden ricam okuduktan sonra beğenip beğenmediğinizi yorum ya da votelarınızla belli etmeniz. Sadece içimden geçenleri paylaştım, ilginiz için şimdiden çok teşekkür ederim.

Bölüme gelirsek önce Pelin sonra Bulut anlatacak. Bulut'un söylediği şarkı James Blunt - Tears and Rain, bir adet Bulut resmiyle birlikte multimediaya ekledim. İyi okumalar :))

Pelin

Belki fazla tepki vermiştim, emin değildim. Hafifçe dudağımı ısırırken gece kulübünün kapısına gelmiştik. Rehberlik ettiğim gruptaki insanlara bakıyormuş gibi yaparak arkamı döndüm ve göz ucuyla başımın belası olan ikiliye baktım. Keyifleri yerinde gibiydi. Hah! Umurlarında değildim işte. Hayatlarında olup olmamam bir önem teşkil etmiyordu onlar için. Az bile yapmıştım, keşke daha çok bağırsaydım.

Sinirden ısırdığım dudağım acımaya başladığında kendime geldim ve Gilbert’in yanına giderek kafamı dağıtmak için muhabbet etmeye başladım. Tüm gece asosyal asosyal takılıp ne kadar kızgın olduğumu belli etmeyecektim. Bir şey dediysem arkasında durmalıydım.

İçeri girdiğimizde daha önce bu kadar canlı bir yer görmediğimden emindim. İçerisi fazlasıyla kalabalıktı. Daha önce bu tarz yerlerde bulunmamış olmanın verdiği şaşkınlıkla etrafıma bakınırken hafifçe gözlerimi kıstım. Işıklar insanın gözünü alıyordu.

İnsanlar dans ederken bir yandan da ölümüne içiyorlardı. Dedem şu ortamı görse ne düşünürdü acaba. Reşit olmamam da cabasıydı. Bulut ukalasının – adını anarken gerginliğimin bir kat daha arttığını derinden hissetmiştim – tanıdığının kulübü olduğundan sayesinde ben ve benim gibi yaşı tutmayan birkaç kişiyi görmezden gelmişlerdi.

Gilbert ile içki almaya gittiğimizde Audrick de bize katıldı. Onlarla konuşmak gerçekten kafamı dağıtıyordu, fazlasıyla eğlenceliydiler.

Ne içeceğime karar vermeye çalışırken farklı bir şeyler denemem gerektiğine karar verdim. Gergindim ve kafa dağıtmam lazımdı. Cidden mantıklı düşünmek istemiyordum.

Tereddütsüz bir şekilde tekila shot söylediğimde onlar da bana katıldılar. Aralarında bir şey konuştuklarında fırsattan istifade Bulutla Batuhan’a kaçamak bir bakış attım. İçkilerini alıp köşedeki yuvarlak masanın çevresinde toplanmışlardı. Grubun içinden iki Alman çocuk gözüme çarptı. Bulut onlara bir şeyler anlatıyordu. Tam yanlarındaysa sapık Arda vardı.

Kulübün ışıkları gözümü alırken gözlerimi biraz daha kıstım ve Bengi’yi gördüm. İngiliz bir öğrenci tam yanında dikilip muhabbete dahil olmaya çalışıyordu. Sahi, kim seçmişti bu aptal kızı rehber olarak? Grupla ilgilendiği yoktu, tek derdi ortamdı resmen.

Tam kafamı çevirecekken Irmak’ı gördüğümde şaşkınlığıma engel olamadım. Ne işi vardı bu beyin fakirinin burada? Organizasyonda bile görevli değildi, yedirememişti herhalde kendine durumu. Kızın tek derdi Bulut’a daha fazla yapışabilmekti resmen.

Batuhan’ın dediklerini hatırladım. Bulutla takılanların sonu belliydi. Kız buna rağmen Bulut’un etrafında pervane döndüğüne göre ya çok aşıktı ya da fazlasıyla karaktersizdi. İkincisi daha muhtemeldi sanırım. Çoğu kız gibi o da Bulut’un sahip olduğu popülarite ve prestijden yararlanmak istiyordu.

Mum Işığı 1 : İstanbulHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin