Dilyar

56 3 0
                                    

Eylül olmuştu sonunda. 7 ay geçmişti onsuz. Başkasına yar derken, Onu başkası severken, ben buradaydım işte. Elimi kolumu bağlamış, gidişini bekliyordum. Bir gün hastaneye elinde birkaç zarfla gelmişti Mahir Bey, davetiyeymiş meğer. Tahir'in davetiyesiymiş. Mahir Bey, davetiyeyi bana verip vermemek arasında gidip gelmişti. Üstünde adım yazıyordu ve muhtemelen bunu Menekşe yazmıştı. Hayatta en acı şeyleri yaşadığımı zannederdim, meğerse bu en acısıymış. Hala sevdiğim adamın, düğününe davet edilmek, en acısıymış. Yüreğim dayanmıyordu artık buna. Ona rağmen aldım elinden davetiyeyi. En pahalı incilerden, utanmasa pırlantayla kaplayacağı davetiyede, düğün tarihi 21 Eylül'dü.. Hususi seçilmiş bir tarih gibi duruyordu çünkü benim doğumgünümdü. Daha ağırını onları gördüğümde yaşayacaktım sanırım. Gitmemeyi düşünsemde, Ona soracaklarım vardı. Ona, 'Neden?' diye sormam gerekiyordu. 

Vakit gelmişti ve bir gün öncesinden yola çıkmıştık. Bu şehirde anılarım vardı ve gözümde canlanıyordu. Mahir Bey, bizi evine davet etmişti ve istemesek de ısrarlarına dayanamayıp gitmiştik. Bu eve daha önce bir defa daha gelmiştim. Ailesinin beni görünce ne yapacağını kestiremiyordum. Kapıda karşıladılar bizi ve hiçbir şey olamamış gibi davranmışlardı. Tahir, evde yoktu. "Sizi hiç rahatsız etmeyelim. Biz birazdan otele gideriz." dedim. İtiraz etmeden kabul etmişlerdi. Ne yapacaklardı ya? Bağırlarına mı basacaklardı oğullarına onca acı çektirdikten sonra? Otele yerleşirken, pencereden tanıştığımız bankı gördüm. Orada öylece duruyordu. Aşağıya indim merdivenlerden düşmemek için kendimi zorlayarak. Dizlerim titriyordu çünkü. Gidip oturdum banka.. Çektim ciğerlerime deniz kokusunu.. O kadar özlemiştim ki deniz kokusunu.. O kadar özlemiştim ki Tahir'imin kokusunu.. İçimden ne kadar çok sevdiğimi haykırmak geliyordu, yapamıyordum.. Ona olan hasretliğimi dindiremiyordum. Gözlerine duyduğum özlem, tarif edilemez derecede zorluyordu artık beni.. 

Tam kalkmış ve geri dönmüştüm ki, Onu gördüm. Gözleri kıpkırmızıydı. Günlerce ağlamışçasına kıpkırmızı ve uykusuzmuş gibi yorgun görünüyordu. İkimizde yerimizde öylece kaldık. Dünya sadece etrafımızda dönüyordu sanki. Biz durmuştuk, dünya dönüyordu. 

'Seni sonunda mutlu gördüğüm için bahtiyarım. Ne yapmak, nasıl sevmek gerektiğini zamanın bittiğini anlayınca öğreniyoruz lakin geç kalınmış oluyoruz değil mi? Kırılınca keskinleşiyormuş insanın kalbi. İstemeden kanatmışım olmalıyım seni. Evet, İkimize düşen bir seçim yapmak şimdi..'

İçimde bir İclal Aydın şiiriyle, bakıyordum gözlerine.. Söylemek istesemde yüzüne, yapamıyordum.. Neden suskunlaşıyordum Onu gördüğümde bu denli ağır bir şekilde? En çok Onda konuşmam gereken yerde, en çok da Ona susuyordu sözlerim.. En çok Onda gülmem gerekiyordu ama en çok Ona ağlıyordum.. Bu aşk mıydı? Bu sevgi miydi? Hiç bilmediğim manasını sözlerin, şimdi öğreniyordum konuşmayı sanki.. Saatlerce konuşmak istesem de Onunla, yıllarca sustum hep.. Görünce ellerimin titremesini sevdim Onda halbuki.. Gözbebeklerimin büyüdüğünü hissettiğimde Ona bakarken.. Benimle konuşurken hayran hayran bakmasını yüzümün her bir metrekaresine, onu sevdim.. Keşfe çıkardı ya da unutmamak için ezberlerdi gözlerimin her bir zerresini, onu sevdim.. Onu çok sevdim, şimdi ise başkası seviyor.. 

Daha fazla üzmek istemiyordum Onu. Toparlanıp, "Mutlu musunuz? Ah, benimki de soru, yarın evleniyorsunuz. Elbette mutlu olacaksınız. Sizi mutlu edebilecek biri bulduğunuz için çok şanslısınız." Hala yüzüme bakıyordu. Bir adım yaklaştı daha sonra bana. "Sizin için yapabileceğim bir şey olursa, lütfen çekinmeyin söyleyin. Elimden geleni yapmaya çalışırım." Bunları nasıl söylüyordum, bilmiyorum. "Vardı bir şey. Ama artık bir önemi kalmadı sanırım." Sesi kıra kıra geliyordu kalbimi ve yüzüme acı bir şekilde çarpıyordu. "Sevebilirdin beni. Çok bir şey istememiştim halbuki." Ben Onu zaten çok sevmiştim. Bunu bilmesede ben biliyordum. Bozuntuya vermemeye çalışarak gözlerimin dolduğunu, "Ben düğün için sormuştum. Her neyse ben gideyim." tam gidecekken kolumu tuttu. Gözlerimin içine dolu dolu baktı ve birden sarıldı boynuma. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Öylece kalmıştım. Suya hasret kalmış gibi hasretle sarıldı bana. Ağlıyordu.. Gözyaşları omzumu ıslatmıştı ve ben Ona sarılamıyordum bile. Bin yıllık özlemle sarılıyordu sanki. Daha önce bir erkeği böyle ağlarken hiç görmemiştim. Kendimi sıkıyordum ama artık dayanacak gücüm kalmamıştı. Dökülüyordu artık benimde gözyaşlarım. "Seni çok seviyorum. Seni, çok seviyorum." dedi ağlayarak. Duyunca daha da ağlamaya başlamıştım. "Yapma." dedim kısık bir sesle. "Yapma, evleniyorsun." Hıçkırıkları daha da şiddetlenmişti. Onu böyle görmeye dayanamıyordum. Her bir damlasında bitiyordum. "Hala sevmiyorsun. Hala 'Seviyorum' diyemiyorsun!" Diyemezdim. Diyemedim. Çok istedim ama söyleyemedim. Doğruldu daha sonra bana bakarak kıpkırmızı gözleriyle. "Evlenme de, bir dakika düşünmem. Her şeyi siler, gelirim sana. Çok sevsem de ailemi, çok sevsem de işimi, gelirim." Anlamamıştım. Bu evliliğin bir zorlama olduğunu mu söylüyordu? "Ailenle ve işinle ne alakası var?" dedim. Bir an durdu daha sonra her şeyi anlattı. Beni Menekşe'nin şikayet ettiğini, eğer Onunla buraya gelmezse beni işten bile attıracağını, ailesini iflas ettirebileceğini. Dinlerken donup kalmıştım. "Bunu yapmak zorunda değilsin, hiçbir şey yapamaz. Değil mi?" Kafasını salladı. Yine hayatını mahvediyordum. "Benim yüzümden. Benim yüzümden!" dedim bağırarak. "Saat 12'yi 1 geçiyor. Mutlu yıllar. İyiki doğmuşsun. İyiki varsın. İyiki tanımışım seni. İyiki sevmişim." dedi. Ağlamayı sevmesem de gözyaşlarımı tutamıyordum artık. "Bunun için gelmiştim. Son kez tanıştığımız yerde, mutlu yıllar demek için, seni sevdiğimi, bir kez daha bil diye söylemeye gelmiştim. Şimdi gidiyorum, hayatında hep mutlu ol. Allah'ım yüreğinde olan her şeyi nasip etsin hayatına. Ölsem bile seni seveceğimi unutma yeter ki. Hoşça kal." Ve gitmişti. Beni orada sevgisinin ağırlığında bırakıp, gitmişti. Her şeyin başladığı yerde, bitmişti hikayemiz.

Sahilde Bir BankHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin