Dilyar Güzel

122 6 0
                                    

Bir hafta geçmişti. Aklım bir hafta boyunca hep Tahir Bey'deydi. O gün kötü ayrılmıştık ve kalbini kırdığımı düşünüyordum. "Yüzündeki o aptal gülümseme ne manâya geliyor tatlım?" dedi annem. Annem beni çok iyi tanırdı. "Bugünlerde fazla düşüncelisin." dedi. Evet düşünceliydim. Onu düşünüyordum.

Üstümde ağır bir kırıklık hissediyordum. Ve birkaç gündür midem de pek iyi sayılmazdı. Bir hafta boyuncu her gün sahile inip, bankta belki gelir diye beklediğim için üşütmüş olabilirdim ve yoğun stres altındaydım. Doktora gitmem gerekiyordu çünkü hasta olduğumda kolay kolay iyileşemezdim. Daha kötüye çevirmesin diye hastaneye gitmeye karar verdim.
Hastaneye gittiğimde saat çok geçti ve poliklinikler kapanmıştı. Acile inmem gerekiyordu ama Tahir Bey'in orda olup olmadığını bilmiyordum. Beni görmek istemez diye düşünmüştüm. Ama öksürüğüm arttığı için ve midemdeki kramplar hat safhaya ulaştığı için daha fazla beklemeden acile gittim. Sıramı aldım ve bitkin bir halde olduğum için ilk bulduğum koltuğa oturdum. "Dilyar Hanım, sizin burda ne işiniz var?" Onun sesiydi bu. Kafamı kaldırdım ve Tahir Bey karşımdaydı. Meraklı gözlerle bana bakıyordu. Bir şey söylemeye fırsat vermeden "Buyrun, gelin lütfen." diyerek beni muayene kısmına aldı ve muayene ettikten sonra "Dilyar Hanım siz ne yaptınız? Bu kadar üşütmeyi nasıl başardınız? Midenizin durumuda kötü." dedi. Sesi endişeli geliyordu. "Ben.. Ben sahile gittim." diyebildim yalnızca. Otelden çıkarken annem uyumuştu ve bende annemi otelde bırakmıştım. Birden vücudum hastalığa mağlup olmuştu sanki. "Gelin size bir oda ayarlayayım. Orda biraz dinlenirsiniz." Benimle oldukça ilgileniyordu. O gün neredeyse Git. diyen adam o değildi sanki. Bana bir oda ayarladı ve oldukça ilgilendi. En sonunda işi bitti ve yanıma oturdu. Ben ateşler içinde yanıyordum ve yarım yamalak yüzüne bakıp bir şeyler söyledim. Cevabını duyamadan ilaçların etkisiyle uyuyakalmışım.

5-11-2007
Uykudaydım, rüya görüyordum ve ağlıyordum. Annem beni uyandırmıştı ve mideme kramplar giriyordu. Teyzem komşumuz Kazım dayıya haber verdi ve beni hastaneye götürdüler. Acil bir vakaydım ve hemen doktorun yanına geçtik. Ben kıvranıyordum. Doktor muayene ettik sonra bana şaşkın gözlerle bakarak "Senin yaşın kaç kızım?" dedi. "Do..doku.. dokuz.." dedim zar zor. Doktor anneme döndü ve "Bu kızın hali ne? Yaşı kaç başı kaç? Bu çocuğa evde ne yapıyorsunuz da bu yaşta midesi patlama aşamasına gelmiş?!" diye çıkışmıştı. Yıllarca hayatım hastanelerde geçmişti ve bir doktorun bu kadar öfkelendiğini çok nadir görmüştüm. O kadar vahim miydi durumum? "Ne oldu kızım, seni bu hale getiren kim? Kim üzdü ve sinirlendirdi seni bu kadar?" dedi bana acıyan gözlerle bakarak. Olmasa yokluğunu çekmeyeceğim bir kuzenim vardı ve benim ömrümü çürütmeye kararlıydı. Dayımın oğluydu ve vasıfsızın, işe yaramazın tekiydi. Bizim eve misafirliğe gelmiş, birkaç aydır bizim evde yaşamaya başlamıştı. Banyoya girer, tam iki saat boyunca çıkmaz, su faturalarını kabarık getirmeye uğraşırdı. Geceleri uyumak demek bilmez, yattığı yer yatağın içine girip saatlerce sevgilisiyle konuşur, kahkahalaşırdı. Hayatım boyunca kendime ait özel alan edinememiştim. Senelerce yattığımız odanın karşısında bu ev yapılmadan önce yapılmış, aşağı yukarı 120 senelik, derme çatma, yukarısından farelerin inip çıktıkları bir oda vardı ve depo gibi kullanılıyordu. Sabahçı olduğumdan zorlanmaya başladığımdan ve kitaplarım ve eşyalarımın sığmamaya başlamasının ardından orayı düzenleyip orda kalmaya karar vermiştik. Ama bu gereksiz kuzenim istediğinde kapıyı bile çalmadan içeri girer, istediği yere uzanıverirdi. 1.90 boyunda, ağızına fazla gelen dişleriyle gülmekten nefret eden ama yinede beni gıcık ettikten sonra kahkahalara boğulan, saçma bir tipti. Onunda annesi ve babası küçükken ayrılmıştı ve annesinin eşleriyle pek de iyi anlaşamıyordu. Ben boya yaparken, birden sinirlenip masaya bir vurur, ödümü kopartır ve ben korktum diye bana bağırır ve herkesin içinde azarlardı. Soru sormadığı halde cevap beklerdi, ne olduğunu anlamadığımdan soru sorunca bağırır ve 'Soruma soruyla cevap verme!' derdi. Beni çarşıya zorla götürüp eve dönerken annemi arayıp benim kaybolduğuma inandırmışlığı ve ağlatmışlığı bile vardı. Kazım dayının eşi Cansu teyzem annemle kardeş gibiydi. Her dertlerini paylaşırlardı. Bir gün Cansu teyze gelmişti ve gereksiz kuzenimde odamdaki yere sünger atıp uzanmıştı. Kapı iki saattir açıktı ve benle annem Cansu teyzeyi karşıladıktan sonra mutfağa geçmiştik. Bir gürültüyle havaya sıçramıştım. Sadece ben değil Cansu teyze ve annemde çok korkmuştu. Silah sesi gelmemişti ama sanki vurulmuştu. Hayatımda çok korkutulmuştum ve bir yaşa kadar yatağımı bile ıslatıyordum ve buna çok üzülsemde elimden bir şey gelmiyordu. Koşup gürültünün geldiği yere gittik ve gereksiz bağırıyordu. Bana kapıyı ört demiş ve bende duymamışım. 'Sen nasıl bu kapıyı kapatmazsın!'  diye demediğini bırakmamıştı. O uzun koluyla birazcık dokunsa kapı kapanırdı ama beni ağlatmaya bahane aradığı için bu işine gelmezdi tabiki. Onun yüzünden sinirlerim bozulmuş, durup dururken ağlamaya başlıyordum. Küçücük yaşta içilmeyecek mide ilaçları içiyordum. Bana yaptıklarını asla unutmayacağım ve onu asla affetmeyeceğim.

Sahilde Bir BankHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin