'25 yaşına girdim bugün. Sular benim için artık daha durgun akıyor. Geçen 5 sene içinde, hiç okumam dememe rağmen üniversite okumuştum. Psikoloji bölümünü başarıyla bitirdim. Yalnızım bu doğum günümde de. Annemle teyzemi zorla tatile göndermiş, balkondaki deniz manzarasının tadını çıkarıyorum. Geleceğe dair planlarımın arasında, iyi puanla yaptığım tercih sonuçlarının açıklanmasının ardından, güzel bir yere atanıp insanlara faydalı olabilmek var. Yaşıt arkadaşlarımın hemen hepsinin evlilik haberlerini alıyorum her yeni gün. Aralarında çocuğu olanlar bile var. Elmasla aynı üniversiteden bölüm birincisi olarak mezun olduk. O bu işleri hızlı davranarak hemen evlendi ve hamile olduğunu daha dün öğrendim. Her şey yolunda gibi görünüyor. Kalbimdeki boşluğu dolduran kimse olmadı bunca yıldır. Sanırım o boşluk kendine yeni bir devlet kurdu orada. Yarın annemlerin yanına bende gideceğim. Onlar Karadeniz'in serin sularında tatil yaparken de beni rahat bırakmıyorlar çünkü. Bugün geç oldu, biran önce yatıp yarın 5 uçağına yetişmeliyim.'
Çok şey değişmişti bende, kişisel gelişim yazarı olmuştum. Kitaplarım milyonlarca kez basılmıştı ve büyük bir kitleye sahipti. Yeni kitabım için yeni keşiflere çıkmam kolay olsun diye bol bol seyahat ediyordum. Bu sabah ki de tatil gibi görünen iş seyahatiydi. Önümde dizüstü bilgisayarım, annemlerle köy kahvaltısı yapmaya yüksek bir yere çıktık. "Bıraksan da artık manzaranın tadını çıkarsan, olmaz mı kızım?" O kadar hararetli yazıyorum ki annemi duyacak halde bile değilim. Kendimi bildim bileli her gittiğimiz yere ayağımızın uğurundan mı bilemem bomboş mekanlara bile adamları doldururuz. Yıllardır bu değişmedi. Birden insan doldu etraf ve bilgisayarımı rengine bayılarak aldığım kırmızı çantamın içine koyup annemlerin yanına gittim. "Ee, daha nerelere gideceğiz? Sonraki durak nereye?" "Elbette Kapadokya." dedi teyzem. Kapadokya'yı görmek istediğimi biliyorlardı. "Bundan haberim yoktu, aşk olsun." dedim gülümseyerek. "Doğum gününe bir sürpriz olmasın mı yani? Zaten yanında olamadık, zorla gönderdin bizi." "Boş verin, alıştım bu yalnızlığa, iyi böyle." dedim manzaraya bakarak çayımı yudumlarken. Önceden böyle değildim. Özel günler, bilhassa doğum günlerim çok önemliydi benim için. Ama artık 21 Eylül bana özel bir günden çok, mutsuzluğun uçurumu gibi geliyordu. Ondan hep yalnız kutlamaya çalışıyordum. "Evlenmeyi ne zaman düşünüyorsun peki? Bak üniversiten de bitti. İşin de inşallah hazır. Sırada evlilik yok mu sence?" Değişen bir sürü düşüncemden biri de evlilikti. Annemler bu duruma da çok şaşırıyordu çünkü evliliğe can atmasam da sıcak bakan biriydim ve şuan ki soğukluğum endişelenmelerine yol açıyordu. "Bak birkaç kişi görmek istiyor seni. Durumları da iyiymiş. Ne dersin, eve dönünce bir görüşelim istersen." Uzaklara dalmış bir şekilde, "Bakarız." dedim. Bakarız.. Annem bakarız dediği şeyleri genelde yapardı. Ben ne hissetiğimi bile bilemiyordum.
Uzunca bir geziden sonra eve gelmiştik ve benim yeni iş yerim için hazırlanmam gerekiyordu. Güzel bir şehirde, güzel bir anaokuluna psikolog olarak atanmıştım. Çocukları hep sevmişimdir ve onlar bana her zaman huzur vermiştir. Gitmeden önce iki görücü adayıyla annemin hatrı kırılmasın diye görüşmüştüm ve biri kafa olarak uymuştu bana. Telefonla görüşmeye başlamıştık. Neden olduğunu bilmediğim bir sebeple, kendimi birini aldatıyormuş gibi hissediyordum Onunla konuşunca. Mesajların sıklığı azalmış, konuşma bitiminden biraz zaman sonra biriyle nişanlandığını duymuştum. Sonsuza dek beni bekleyecek halleri yoktu elbette. Okulda çok tatlı çocuklar vardı ve hepsi birbirinden zekiydi. İçlerinden bir çocuk, çok tanıdık geliyordu bana. Adı Dilyar'dı. Dümdüz, upuzun saçları vardı. Gözleri koyu kahverengi ve yüzünde kocaman gülümsemesi vardı. Diğerlerinden çok farklıydı. Kendi küçüklüğümü görüyordum onda. Tabi benim hep kısa ve kıvırcıktı saçlarım ama buruk bir hava vardı Dilyar'da. 4,5 yaşındaydı ve arkadaşlarıyla oynamak yerinde bir şeyler çizmekle uğraşırdı. Bir gün çizdiği resimleri yorumlamak için yanına gitmiştim ve çizerken Onu gözlemlemek için karşısına oturmuştum. Kocaman resim kağıdında, bir erkek resmi çizerdi. Muhtemelen kendisi olan küçük bir kız iliştirirdi ellerine. Bir kadın hemen her kağıtta ve uzak ve küçük olurdu. Bir gün dayanamayıp sorduğumda, "Bu benim babam, ellerimi hiç bırakmaz. Ama annemin ellerini de hiç tutmaz. Araları hep kötüdür. Bu yüzden annem bana hep bağırıyor. Ama seviyordur öyle değil mi öğretmenim? Anneler evlatlarına bağırsalarda Onları severler. Değil mi öğretmenim?" Boğazıma bir taş oturmuştu. Durum aynı olmasa da çok benziyordu kaderlerimiz. Başını okşayıp kendimi dışarıya zor atmıştım. Dilyar'ı çok seviyordum ve Onunla artık iki çok yakın arkadaş olmuştuk. "Dilyar, senin en sevdiğin renk hangisi?" demiştim bir keresinde. "Mavi öğretmenim, ben maviyi çok severim. Bütün renkler güzel ama denizin rengi mavi ya, babam beni hep deniz kenarına götürür ben denizi de çok severim. Sizin en sevdiğiniz renk nedir?" "Bende maviyi çok severim. Denizi de aynı şekilde." demiştim. Maviyi çok seven çok sevdiğim birini hatırlatmıştı bana. "Öyle mi? O zaman biz denize giderken babamla, sizi de çağırırız. Gelirsiniz değil mi?" demişti çok tatlı bir şekilde. "Bilmem, bakarız." demiştim. "Gelmenizi çok isterim, çünkü biz hep babamla yalnız gidiyoruz. Annem hiç gelmiyor, o yüzden gelirseniz çok mutlu olurum öğretmenim." Yine yapmıştı. Yine yüreğimi dağlamıştı. "Peki o zaman, gelirim. Tamam mı?" dedim gülümseyerek. Başını okşayıp öpmüştüm. Dilyar, adaşım olmasıyla birlikte, benim yakın arkadaşım, artık bir parçam olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sahilde Bir Bank
RomanceDilyar, hayatı boyunca annesi ve teyzesi tarafından sevgi görüp, dışlanmış bir genç kız. Tahir, hayatı boyunca tek bir kadına kendini adamak için beklemiş yetenekli, yakışıklı bir doktor. Geriye dönüp baktığında çokta güzel anısı olmayan bir genç kı...