Şaşkınlıkla karşımdaki manzarayı seyrediyordum. Burası nasıl bir dünyaydı böyle? Az önce peşimizden koşan devden, buz gibi havadan eser yoktu. Gece yarısı olmasına rağmen hava sıcacıktı. Karşımızdaki kulübeler ışıklarını kapatmıştı, fakat bütün şehir gözümde parlıyor gibiydi. İçimden çığlık atıp koşuşturmak geliyordu. Fakat hiçbirini yapmadım. Çünkü gülümsemek dışında bir şey yapamayacak kadar şoktaydım.
Karanlıkta gördüğüm kadarıyla bir grup bina yunan omega harfi şeklinde dizilmişti. Her biri birbirinden farklı şeyler süslenmiş gibi gözüküyordu. Birisi Barbie bebek evine benzerken öbürü gece karanlığına rağmen parıl parıl parlıyordu. Sonra gözüme başka bir kulübe çarptı. Bu kulübede diğerlerinden farklı olarak ışık vardı. Pencerelerden dışarıya sızan ışık o kadar tatlıydı ki uykumu getiriyordu. Sonra beynim buranın böyle olmaması gerektiğine dair alarm vermeye başladı. Az önceki çilek tarlası, her şey...
''Burası nasıl bir yer? Az önce çilek tarlaları gözükmüyor muydu? Bu evler, bu şeyler nereden çıktı?!'' Luke eliyle sessiz olmamızı işaret etti. Sonra da tepenin aşağısındaki...
Saçmalık.
Mümkün değil.
Sınırları zorlamayın.
Luke'un gösterdiği kanatlı, yarı uçan yarı yürüyen yaratık hırıldaya hırıldaya etrafa bakınıyordu. Peki, bu ne diye bağırmak istiyordum. Tabi, o an sadece donakalmıştım. Luke defalarca yaptığı gibi sessiz olmamı işaret etti. Eliyle gelmemi işaret edip tepeden aşağı inmeye başladı. Bu çocuk ne yapmaya çalışıyordu? Sessizce peşinden ilerlemeye başladım. Luke kanatlı yaratığın arkasından geçti. Ben de tam geçecektim ki... Şey yaratık izin vermedi.
Yaratık bir anda o kıpkırmızı gözlerini bana çevirip sivri dişlerini gösterdi. Ben de 'azıcık' bir çığlık atıp geriye doğru kaçmaya çalıştım. Fakat dengemi kaybedip yere düştüm. Canavar kırmızı kanatlarını kaldırıp pençelerini bana çevirdi. Harika, diye geçirdim. Koca bir devden kurtulmayı başarmıştım fakat kanatlı bir yaratık saniyeler sonra beni öldürecek!
Canavarın kızıl-sarı rengi saçları omuzlarından sarkıyordu. Kıpkırmızı iblis gözleri beni süzüyordu. Ne duruyordu ki? Tamam, durduğu için daha ölmemiştim. Fakat yine de saçmaydı işte. Eh, canavar da bunu fark etmiş olacak ki saldırıya geçti.
Tamam, bu gerçekten saçmalıktı. Gerçekten.
Nasıl olduğunu anlamadığım bir hızla yana kaçıp ayağa kalktım. Orada öylece duran Luke'un yanına doğru koşup geri kaçtım. Sonra daha da garip bir şey gördüm. Aslında iki şey… Yani, işin aslına bakarsanız bir buçuk insan…
Oldu, yok artık!
İki tane ilerideki evin girişinden bize bakıyordu. Sağ tarafta duran Hawaii gömlekli, altına da XXL olduğunu düşündüğüm bir pantolon giyen adam elindeki diyet kolasını içmekle meşgulken, öbür adam da pür dikkat bana bakıyordu. Yalnız bu adamda bir sorun vardı. Adamın belinden aşağısı beyaz bir attı.
At dediğim atın alt kısmıydı. Adam üstüne mavi renk 'parti zamanı' yazılı bir tişört giymişti. Başına da mavi renk ponponlu bir bere takmıştı. Güldüm, hatta kahkaha atmaya başladım.
''Tamam, daha ne saçmalığınız var bakalım? Beni öldürmeye çalışan devler, kanatlı yaratıklar ve şuanda ponponlu bere takan atadamlar. Ee, başka numaranız var mı?!'' Hawaii gömlekli adam düşünceli bir ifadeyle yanındakine baktı.
''Ben sana ponponlu berenin yakışmadığını söylemiştim.'' dedi diyet kolasını bir yudum daha aldıktan sonra. Atadam da yanındakine döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Skinny (Percy Jackson Fanfiction)
FanfictionTamam, tam bir baş belası olduğumu biliyorum. Fakat bu kadarını ben bile tahmin edemezdim.