Bundan sonraki bölüm en sevdiğim bölüm. Böyle sırf o bölüm için Skinny yazardım falan dkgjdfg Neyse, iyi okumalar dilerim :*
- - -
XXVII
İzin koparamıyorum.
Sabah uyandığımda her şeye zıt olarak mutluydum. Hem de fazla mutlu. Neden bilmiyorum, ama burası bana tanıdık geliyor. Hayır, biliyorum, belki de burada kaldım? Kalmış olabilirim, değil mi?
Hafifçe gözlerimi kırpıştırdım. Her şey gerçekti. Bir kabus yaşamıyordum. Dün, bana sorsalar yüzde yüz emin olacağım ve alayla cevap vereceğim yanıtlar, aslında yanlıştı. Annemin annem olmaması ya da Sophie'nin en yakın arkadaşım değil, aslında kuzenim olması gibi.
Kendiniz Hakkında ne biliyorsunuz? Bana bu soruyu o an yöneltseler, cevabım hiçbir şey olurdu. Bir insan annesinin kim olduğunu bilmiyorsa-ki babamın da kim olduğunu bilmiyordum, onu da on altı yıl sonra öğrendim- ne biliyordu ki? Ve tabi hafızası siliniyorsa. Aslında çok sevdiği, içinde bir sıcaklık bırakan anıları yoksa, gerçekten ne biliyordu? Hiçbir şey.
İçime bir ağırlık çöktü. Ağzımın kuruduğunu, bedenimin soğuduğunu hissettim. Yutkundum. Oturup düşünmediğim zamanlarda o kadar önemsemiyordum. Ama oturup düşündüğümde her şey o an yaşanmış gibi içime garip bir his doluyor. Kendimi hiç olmadığım kadar yalnız hissediyorum. Bunu her düşündüğümde annemin yanına giderdim. Daha doğrusu, annem zannettiğim kişinin yanına.
Babamın kim olduğunu, bana anlamı karanlık olan Myleen ismini niye verdiğini hep çok merak ederdim. Anneme bunu her gün sorardım. Annem de her gün tutarsız cevaplar vererek beni başından savardı. Büyüdükçe bunun onu rahatsız ettiğini ve üzdüğünü fark ettim. Ben de sormamaya karar verdim. Zaten ölmüş olarak bildiğim bir adamın onca yıl sonra bana ne faydası olabilirdi ki?
O an, o yatakta oturmuş düşünürken hayatımda hiç ama hiç hissetmediğim kadar yalnız hissettim. Annemi tanımıyordum. Babamı tanımıyordum. Bir teyzem olduğunu bilmiyor, en yakın arkadaşımın kuzenim olduğundan haberim bile olmuyordu. Sanki hem varmışım, hem yokmuşum gibi. En azından arkadaşlarım olduğu için mutluyum diyordum. Oysa o gün, gerçekten hiç arkadaşım olmadığını fark ettim. Sophie, en yakın arkadaşım olmasına rağmen beni defalarca yüzüstü bırakmıştı. Luke, her seferinde beni üzmek için yer arıyordu sanki. Arizona bile yeri geldiğinde beni arka planda bırakıyordu. Bir ailem yoktu. Ya da arkadaşlarım. Kimse yoktu. Yapayalnızdım.
Gözlerimin yaşardığını, yüzümün yavaş yavaş kızarmaya başladığını hissedebiliyordum. Ama hayır, ağlamadım. Ayağa kalktım ve banyonun yolunu tuttum. Elimi yüzümü yıkadım. Yapayalnız olabilirdim, fakat ayakta durmak zorundaydım. Yaşamak için.
İçimden bir ses, niye yaşıyorsun ki? dediğinde, saçmalama diye cevapladım. Peki gerçekten saçmalıyor muydu?
Banyodan çıkıp odama geldiğimde yatağımın üstünde kıyafetler buldum. Rahat bir kot pantolon, kısa kollu geniş bir tişört ve bir kapşonlu sweatshirt. Üstümü değiştirmeye niyetlendiğimde çok acayip bir şey oldu: Üstümdeki kıyafetler kendiliğinden çıktı ve yenileri üstüme giyindi. İşte bu, büyüden başka bir şey olamazdı.
Daha sonra tarak kendiliğinden havalanıp saçımı taradı. Ördü ve topuz yaptı. Kabaran perçemlerimi telli tokayla yandan tutturdu. Daha sonra kendiliğinden yatağımın yanındaki masaya düştü. Oda, koyu kırmızı, altın rengi figurleri olan bir duvar kağıdıyla kaplanmıştı. Eşyalar koyu kahverengiydi. Ve açıkça, insanı boğan bir yerdi.
Yine kendiğilinden toplanmış eşyalarım çantama girdi ve çantanın fermuarı kendiliğinden kapandı. Derin bir iç çekerek odamdan dışarı çıktım. Alecto'yu bulmam şarttı. Tamam, Leo'yu bana tercih ederdi ama olsun. O hala benim evcil hayvanımdı. Onu bulmak zorundaydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Skinny (Percy Jackson Fanfiction)
Fiksi PenggemarTamam, tam bir baş belası olduğumu biliyorum. Fakat bu kadarını ben bile tahmin edemezdim.