Su, herkes gibi benim için de hayati önem taşıyordu. Günde birkaç bardak içmezsem bedenim susuzluktan kafayı yiyebiliyor, üç günün sonunda da iflasını verebiliyordu. Fakat suya hiç böyle bir açıdan bakmamıştım. Yani hem içinde yüzerken muhteşem bir rahatlık hissediyordum, hem de ne zaman öleceğim diye düşünüyordum.
Hey Poseidon, diye düşündüm. Sen benim amcam oluyorsun değil mi? Amcalar yeğenlerini severler, hani bir yardım etsen diyorum?
Cevap gelmedi.
SENİN OĞLUN İÇİN BURADAYIZ, BİZE YARDIM ETMEK ZORUNDASIN!
Yine cevap gelmedi.
Gözlerimi açtım. Su berraktı, bu sayede yanımda duran Annabeth'i görebildim. Annabeth hareket etmiyordu, adeta bir bez bebek gibi süzülüyordu. Korkuyla ona doğru yüzmeye çalıştım. Kollarından tutup onu sarstım. Annabeth'in yüzü bembeyazdı, gözleri kapalıydı. Bunca yolu geldikten sonra kampa onun ölüm haberiyle gidemezdim.
Bu gidişle onunla bile gidemeyeceksin, dedi iç sesim. Hatta ikinizin haberini verecek birilerini bulman gerekecek.
Annabeth'i bırakıp suyun üstüne doğru yüzmeye çalıştım. Tam şelalenin altındaydık ve bu işimi iki kat zorlaştırıyordu. Dişimi sıkarak var gücümle yüzdüm. Sonunda suyun yüzeyine çıktığımda öksürük krizine boğuldum. İleride, kıyıyı görebiliyordum. Çok da uzak değildi. Oraya rahatlıkla yüzebilirdim. Fakat önce Annabeth'i kurtarmam gerekiyordu. Derin bir nefes alıp tekrar daldım.
Annabeth'i kolundan yakalayıp yukarı doğru yüzmeye başladım. Üstümüzdeki ıslak kıyafetler işimizi daha da zorlaştırıyordu. Önce kendi üstümdeki montu çıkarttım, Annabeth'inkini de çıkartacaktım ki fermuarı sıkışıverdi. İçimden kendime küfredip fermuarı zorladım. Fakat yerinden hareket etmiyordu.
Hızla su yüzüne çıktım. Yardıma ihtiyacım vardı, Annabeth'i tek başıma sudan çıkartsam bile kıyıya ulaşamazdık.
''Hey!'' diye bağırdım.''Kimse yok mu?! Arkadaşımın yardıma ihti-yacı var. Lü-tfen.'' Tekrar suya dalmalıydım, Annabeth'i kurtarmam gerekiyordu. Fakat bu sefer kendim de su yüzeyine çıkamayabilirdim. Zaten artık istesem de yapamazdım. Kendimi suyun yüzeyine yatırdığımı az çok hatırlıyordum. Sonrasında neler olduğuysa büyük bir soru işaretiydi.
Tekrar uyandığımda suda değildim. Yani tam olarak suda değildim. Nasıl becerdiysem artık nehrin ucuna kadar yüzmüş ve kıyıya ulaşmıştım. Ya da başka biri bunu yapmış olabilirdi, çığlığımı duyup koşan bir dağcı mesela.
Burada dağ yok, dedi iç sesim.
Şelale varsa o da vardır, diye cevapladım.
İşte o anda büyük bir sorunu unuttuğumu farkettim:Annabeth yanımda değildi. Korkuyla ayağa kalktığımda yere düşmemek için köşedeki ağaca tutundum. Çok kötüydüm demek az kalırdı:Bütün bedenim sırılsıklamdı, tir tir titriyordum, aç ve susuzdum. Ve tabi dehşet derecede yorgundum. ''Annabeth?'' diye seslendim.''Neredesin?''
Ses gelmedi.
Çantamı bulmak için etrafıma bakındım. Suya dizlerime kadar girdim fakat çantam ortalıkta yoktu. Ben de son çare olan hançerimi elime aldım. Kamptayken neredeyse hiç hançerle talim yapmamıştım. Üstüme atlayan ilk kişinin katilim olacağına kesin gözüyle bakıyordum.
Üstümdeki montu çıkarttım. Islandıkça daha da ağırlaşmıştı. Ayakkabılarımı çıkarıp içindeki suyu boşalttım. Çoraplarımı sıktıktan sonra tekrar ayağıma geçirdim. Kazağımın ve pantolonumun üstünü de silkeledikten sonra sıra montuma geldi. Montumu sıkıştırıp suyunu alma işlemi çok uzun sürdü. Sonunda olabildiğince suyunu aldığımda bütün bedenim soğuktan titriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Skinny (Percy Jackson Fanfiction)
FanfictionTamam, tam bir baş belası olduğumu biliyorum. Fakat bu kadarını ben bile tahmin edemezdim.