Annabeth bana birkaç defa ne olduğunu sorduğundan cevap alamayınca bizi bir otele götürdü. Bu Manhattan'daki-daha doğru bayağı bir yol gitmiştik, ben Manhattan'dan çıktığımızı felan düşünüyordum.- en ucuz otellerden biri olsa gerekti. Annabeth'in kaç lira ödediğini görmedim ama odaların konforsuzluğundan rahatlıkla anlaşılıyordu. Tabi bizim oda seçimimizin de bunda büyük bir etkisi vardı.
Annabeth odayı açınca çantamı sandalyeye koyup montumu çıkarttım. Kendimi cam kenarındaki yatağa bırakıp gözlerimi kapattım. Aslında uykum yoktu, zaten uyuyup saçma bir rüya görmek de istemiyordum. Ama beynimde öyle garip sahneler dönüyordu ki kafamı duvarlara vurmamak için tek yapabileceğim uyumaktı.
''Sen iyi misin?'' Annabeth üstündeki montu çıkarmadan önümdeki sandalyeye oturdu. Yüzündeki ifadeden bana yardım etmek istediği belliydi fakat ben hiç havamda değildim. Her şeyi anlatmam çok zordu, anlatırken mutlaka ağlardım. Ama anlatmak zorundaydım. Yoksa kafayı yiyebilirdim.
Yatağımdan doğrulup sırtımı arkamdaki yastığa dayadım. Ve olanları en başından sonuna kadar teker teker anlattım. Büyük bir kısmında gözlerim yaşarsa da ağlamamayı başardım. Bitince Annabeth çantasından bir şişe çıkarıp bana verdi. Sudan birkaç yudum alıp yanımdaki komidine koydum. Annabeth de tam karşıma oturdu.
''Neler olduğuna dair en ufak bir fikrin yok. '' diye söylediğimi tekrarladı Annabeth. Evet anlamında başını salladım. Annabeth şakaklarını ovdu. Onun da durumu iyi değildi. Bellek bozuntusu onu da es geçmemişti.
''Eğer istersen,'' dedi tereddütle.''kampa dönebiliriz. Sonuçta buna mecbur değilsin. Ben daha sonra tekrardan aramak için çıkabilirim.''
''Hayır,'' dedim kendimden ne kadar emin olduğuma şaşırarak.''O rüyada benimle birlikte çalışman gerektiğini söylüyorsa bensiz bu işi yapamazsın. Hem üstelik benim gibi Hayalet çağırma güçlerin de yok.''
Annabeth'in yüzünde hafif bir gülümseme oluştu. Bu onu tanıdığımdan beri gördüğüm en samimi gülümseme olsa gerekti. Erkek arkadaşını aramakla o kadar meşguldü ki oturup onunla doğru düzgün bir kere bile sohbet etmemiştik.
Benim erkek arkadaşım kaybolsaydı, ben de aynısını yapar mıydım? diye düşündüm. Bu soru birkaç gündür kendi kendime sorduğum sorulardan sadece bir tanesiydi. Sayabildiğim kadarıyla da onu geçiyorlardı.
Annabeth, ''Teşekkürler.'' dedi.''Yaptığın her şey için teşekkür ederim.''
''Rica ederim.'' dedim gülümseyerek.''Sadece Hades melezlerinin itibarını toplamaya çalışıyordum.''
Annabeth bu sözümün üstüne durdu.''Sahi,'' dedi şaşkınlıkla.''Hep böyle misindir?'' kaşlarımı çatınca açıklama gereği duydu.''Yani sevecen, gülen, espri yapan felan?''
''Ha,'' dedim gülerek.''Yani... Aslında sağım solum belli olmaz. Bir gün çok duygusal, ertesi gün komik ya da ne dersen ondan olabilirim. Huyum kurusun, bir günüm diğerini tutmuyor.''
Annabeth bunun üstüne kahkahayı bastı. Önce öylece kalakaldım. Sonra Annabeth'in yüzünün gülmekten kızardığını fark edip ''Ne?'' diye sordum. Annabeth sonunda gülmeyi kesebildiğinde komidinin üstünde duran suyumdan bir yudum aldı. Sanırım ağız kardeşliği vs gibi şeylerle ilgilenmiyordu.
''Sadece senden daha önce tanıdığım Hades melezi...''
''Benden başka Hades melezi var mı? Ama onu görmedim kampta?''
''Çünkü burada kalmıyordu. Hem kalsa da muhtemelen Percy'yi aramaya gitmiş olurdu. Percy ile onu ve ablasını kurtarmıştık. Gerçeği ablası daha sonra öldü ama...'' Sonra aklına kötü bir şey gelmiş gibi yüzünü buruşturdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Skinny (Percy Jackson Fanfiction)
FanfictionTamam, tam bir baş belası olduğumu biliyorum. Fakat bu kadarını ben bile tahmin edemezdim.